Biz her zaman şunu söylüyoruz;
"Müslüman dediğin, şuurlu, idealist ve bilgili olmalı.!” Daha da önemlisi, "Doğru tarafta yerini almalı.!” diye, bas bas bağırıyoruz!. Ondan sonra da, Arap ülkeleri, İsrail'e niye sessiz kalıyor?!. Niye ABD nin emrinden çıkmıyor?! diye kızıyoruz.! Sisi, Suud Prensi Selman, Ürdün Kralı Abdullah’ın bu sakallı adamdan ne farkı var!. Hepsi aynı kapıya çıkar! Hepsi kandırılmış! Aynı yere hizmet ediyorlar!. Bazen durup durduğum yerde kendi kendime düşünüyorum: “Neden yazıyorum, neden böyle düşünüyorum, ya da neden böyle yaşıyorum?” Belki de her şeyin cevabı sonradan geliyor insana. O an farkında olmuyorsun ama bir zaman geçince anlam kazanmaya başlıyor bazı şeyler.. Yazmak, benim için sadece bir şey veya bir olayı anlatmak değil. Hayatımı anlamaya çalışmak gibi. Yaptığım iş, hayata bakışım, insanlarla ilişki şeklim ve düzeyim!. Hepsi birbirine benziyor bir yerde. Tevafuk değil bu. Çünkü ben zaten bir bütünlük arıyorum. Dağınık yaşayamıyorum. Yazarken de bunu arıyorum galiba.. Kolayca empati kurulan kahramanlar yazmak gibi bir isteğim olmadı hiç. Çünkü kendimle bile empati kurmak bazen zor. Kendime üzülmek kolay olurdu ama onu yapmıyorum. Onun yerine düşünüyorum. Sessizce.. Derinleşmeye çalışıyorum. Dili, düşünceyle birlikte katmanlandırdıkça daha da içeri gidiyorum.! Bazen hiçbir şey üretmiyorum. Elim gitmiyor. Ama artık şunu öğrendim: O zamanlar da boşuna geçmiyor. İçimde bir şeyler dinleniyor, şekilleniyor. Tıpkı ekilmemiş bir toprak gibi.. Sonradan çok güzel meyve verecek belki. O yüzden artık üretmediğim zamanlara da kızmıyorum.. Hatta beklemeyi seviyorum. Arapçadaki gibi: Beklemek ve sahip olmak aynı kelimeden gelir ya..Ne kadar doğru. Beklemek bir eksiklik değil, bir doluluk aslında.. İnsan bazen hiçbir şey yapmadan sadece bekleyerek bile kendine yaklaşabilir. Çünkü hareket etmek her zaman iyi gelmiyor. Bazen dağıtıyor insanı.. Sonra bakıyorum insanlara.. Bir yüz, bir pencere arkası, gelip geçen biri.! Ne yaşadığını, ne hissettiğini bile anlamadan geçip gidiyor bazı insanlar. Bu beni çok düşündürüyor. Yazmaya değer olan bu geçip giden haller mi? Yoksa onların ötesini görebilecek kadar derin bir zihin mi? Belki de ikisi birden..Kendimi bazen hiçbir yerde konumlandıramıyorum. Nerede durduğumu tam bilemiyorum. Ama kendime bakmak, kendimi izlemek..Bunu önemsiyorum. Kutsal kitaplarda da var, eski öğretilerde de: Kendini bil.. Her gün birazcık.. Azıcık bile olsa..Kendini bil.! O birkaç dakika insanın içini açıyor. Bazen bir kelime, bazen bir his.. Seni sana yaklaştıran bir şey oluyor işte..Benim yazma halim tam da bu. Kendime bakmak. Dürüstçe, kaçmadan, süsleyip püslemeden. Belki de başka şeylere bu kadar dikkatle bakamıyorum ama kendime dönük bir bakışım var hep. Bu yüzden yazmak, bende çok başka bir yerde duruyor. Hiç “iyi yazar olayım” diye bir hayalim olmadı.. Mesela bana çok “kitap yaz” tavsiyeleri olduğu halde ben bunu hiç düşünmedim ama ben hep ne anlattığıma çok önem verdim. Yine de yıllar geçtikçe anlıyorum ki nasıl anlattığın da çok şey değiştiriyor. Ben dilin merdiveninde elimden geldiğince tırmanıyorum. Ama her basamakta yine kendime dönüyorum. Çünkü yazdığım her şeyde en çok kendime rastlıyorum.
Hayırlı günler diliyorum.
16 HAZİRAN 2025 PAZARTESİ
hocam hayatın slogan atmayla geçiyor