Yedigöller'de yürürken kendimi bir akışın tam ortasına bırakırım. Öyle ki, buranın bana hissettirdiği mânevî derinliği ve güzellikleri itiraz etmeden kabul eder ve öyle yaşarım. Her adımın tadına varmayı isterim. Tabiatın bende birikmesine, mevcudun içime dolmasına izin veririm.
Aslında buraya her gelen bunu böyle yapmaya çalışır. Dâimâ konuşmak, zoraki muhabbetler, kayıtlar, ilgiler, gelecek endişesi Yedigöller'de hissedilen âhengin kesilmesi gibi bir şeydir. Bu muhteşem tabiatta zihnin mümkün olduğu kadar sakin kalması gerekir. Başkaları düşüncesinin, başka bir yer ve zaman fikrinin bu anlarda bırakılması iyidir. Kendisi olmaya başlayan, yaşadığı anlardan derin bir lezzet duyan insan kendinde gizli huzurun varlığını duymaya başlar burada. Yedigöller gibi doğanın hâkim olduğu bir yerde başka ne beklenebilirdi! Kendiliğinden ortaya çıkan bu huzurun tadına doyum olmaz.
Yürürken biz, etrafımızı çepeçevre sarmalayan, gönlümüzü alabildiğine dolduran Yedigöller'in varlığını mümkün olabildiği kadar içimizde duymuş oluruz. Belki buraya özgü sessizlik, bir başına olma hâli, tabiata daha az müdahil olunması hududu belli olmayan güzelliklere dâhil eder bizi. Çevremizin olduğu kadar içimizin de Yedigöller'in varlığı ile dolması yaşanılası bir güzelliktir.
Yürürken, bir köşede otururken buna mümkün olduğu kadar izin vermeli insan. Bir kere zihne doğan itiraz yüklü düşüncelerden kurtulmalı. Sakin kalmalı. Doğanın seslerini dinlemeli. Sonra insan kendi özüne yönelmeli. Dışarıda hep bir hareket hâlinde olan ve durmaksızın değişen görüntüler aslında bir insanda birikmektedir. Bunu anlamalı. Yürümeli insan Yedigöller'de. Gönlünü buranın mevcudiyetiyle doldurmalı.
Burada Yedigöller'de kaldığımız zamanlardan, yürümekten ve yürüdüğümüz vakitlerdeki duygu hâlinden bahsettim. Elbette bunlar bu satırların yazarının hislerinden başka bir şey değil. İlhamı bu kadar gür olan Yedigöller'de yürüyen ve zengin duygulara sahip herkesin bunları yazması ne güzel olurdu!