İnsan bu dünyada bir gurbette yaşadığını duyunca kendine illâ bir vatan bulmak ister. Yaşamak vatanı aramaktan ibaret değil midir zaten! Kimi öze döner, kimi söze döner. Kimisi de türlü türlü yüze döner ve orada arayıp da bulduğu, vatan duygusuna benzer bir histen başka bir şey değildir. Tanıdık birini uzun bir zaman sonra gördüğümüzde tebessüm etmez miyiz! Yaşamak istediğimiz vatan duygusuna dâir hisler de insanda bir huzur ve sevinç hâli meydana getirir.
Bedenin doğup büyüdüğü, beslendiği ve geldiği yer onun bu dünyadaki vatanı sayılır. Atalar, "Doğduğum yer değil, doyduğum yer." demişler. Böylece vatan duygusuna bir derinlik kazandırmışlar.
Bazen de vatan duygusu insanda, bir diyarın ona sahip çıkmasıyla belirir. Kimileri doğup büyüdüğü yerlerde o âşinâlık duygusunu bulamaz ve uzak veya yakın başka bir yere gider. Bu anlamda Hâmî mahlaslı bir Divan şairinin şu beyti ne kadar yerinde söylenmiştir:
Ehl-i dil ârâm eder her kande kim rağbetlenir
Gâh olur gurbet vatan gâhi vatan gurbetlenir
(Gönül ehli insanlar nerede rağbet görürlerse orada sâkin olurlar. Bu yüzden bazen gurbet vatan olur, vatan ise gurbet hâline gelir.)
İnsan doğup büyüdüğü yerlerde yaşasa bile onun vatan arayışı hiç bitmek bilmez. Çünkü bu arayış manevî taleple ilgilidir. Beden sakin olsa bile ruhumuz manevî yurdumu özde arayıp durmaktadır. Bu da insanı tefekküre ve türlü türlü manevî hallere sevk etmektedir.
İnsanın arayışlarının bitip tükenmemesinde bu manevî vatanı özleme hâli vardır. Ucu bucağı görünmeyen bir mesele bu. Dünyevî bütün meseleler onun sadece kamuflajıdır. Derinlerde manevî yurdundan hâl ve idrak olarak uzak düşen insanın dramı vardır.