Kelimeler bu dünyada yaşadığımız şeylerin, içinde bulunduğumuz hâllerin en âdil şahitleridir. Onun insan gönlünde uyandırdığı akisler kelimelerin temsil ettiği duygu ve düşüncelerin hangi boyutlarda yaşandığını veya bunların yaşanmadığını pekâlâ duyurabilirler. Onlar etrafa yaydığımız enerjinin sadece görünen yüzüdür. Bu yüzden anlam olduktan sonra kelimeler olmadan da anlaşmak bir yerde mümkündür. Böyle olmasaydı âşık olmak, bir garibin derdini gönülden duymak, sevgiye muhtaç şeyleri hissetmek mümkün olabilir miydi? Bu yüzden kelimeler var olan anlamların elbisesi hükmündedir. Anlam olmadığında onlar kuru birer kabuk olmaktan öteye geçemezler. Anlamsız kelimeler yığınının varlığı incitici, gönül bulandırıcı ve kafa karıştırıcıdır. Hele susmanın mümkün olmadığı, konuşanın sükûtu bir erdem olarak görmediği mecralarda en başta ölü doğmuş kelimeleri ve onların sahiplerini izleyip dururuz.
Bir tecrübeye, bir hâle, sessizliğe yaslanmayan kelimeler aslında sahiplerinin iç dünyasını aksettiren ve bir bakıma onlar hakkında aleyhte şahitlik yapan elçiler durumundadır. Fakat bunu anlamak ve anlatabilmek de epey meşakkatli bir iştir.
Ancak kendi içinde derinleşen bir insan konuşmamanın veya az ve öz söylemenin bir erdem olduğunu anlar ve kabul eder. İnsan sığ bir varlık oldukça, yani düşünceden, anlamadan, bir nefis muhasebesinden kendini alıkoydukça söyledikleri ve söyleyecekleri derinlikten mahrum kalmaya hep devam edecektir.
Daima muhatabına laf yetiştirme telaşında olan insanların sesi yükseldikçe dikkat edin mânâları alçalıyor. Söylediklerinin anlamı olmak şöyle dursun sözlerin her biri muhatabı yaralayan kelimeler olmadan öteye geçemiyor. Bu yüzden insan iç dünyasını anlamaya çalıştığı düşünceler ve hissetmeye başladığı şeylerle derinleştirme yoluna gitse herhalde bu onun için daha faydalı olurdu.