İnsanın bu dünyaya bırakabileceği en güzel miras hayatın kendisidir. Yaşamış olmak büyük bir şeydir. Duygu, düşünce, tecrübelerle dopdolu bir şekilde yaşanmış bir hayat her türden saygıya değer.
Burada mutluluk veya üzüntüden söz etmiyorum. İnsanı, en derinlerde tecrübe sahibi yapan, iç âleminde derinleşmesini sağlayan, kendini her geçen gün daha çok tanımasına imkân veren bir hayattan söz ediyorum.
Eninde sonunda ne yaşadığımızla kimseler pek ilgilenmez bile. Belki öldükten sonra biz de ilgilenmeyeceğiz. Fakat nasıl yaşadığımız bizi çok derinden ilgilendirir. Şu hayattan alıp götürdüğümüz şey duygular, düşünceler, tecrübelerdir. Bunların yerine koymaya çalıştığımız insanlar ve eşyalar ise daima geride kalır. Önemli olan bir güzel bir duygunun ve düşüncenin sahibi olabilmektir.
Dolayısıyla tadına varılmış bir hayat iç âlemimizde duyduğumuz güzelliklerle gerçekten yaşanmış bir hayattır. Buradan yola çıkarak “İnsanlar yaşıyor mu?” diye bir soru akla gelebilir.
Birçok insanın aslında yaşar gibi yaptığı ve bu hayattan çok yüzeysel bir şekilde gelip geçtiği derin bir tefekkürle çözümlenebilir. Bizi peşinden sürükleyip de sonunda elimizi boşta koyan, insanı anlamdan ve güzellikten koparan, gösteriş yapmayı yaşamak olarak gösteren, anlamayı ve tefekkürü daima öteleyen, maddeyi ve parayı her şeyin önüne koyan bir anlayışın sahibi gerçekten yaşamış sayılabilir mi?
Yaşamak bu hayatı değerli kılmaktır. Onun için değer nâmına ortaya ne koyabildiğimiz, hayatı hangi derinlikte ve güzellikte yaşayıp çevremize ne verebildiğimizdir önemli olan. Bir de mümkün olduğu kadar anlamı ve duyguyu yaşamaktır.