Hayatımdan çekip giden herkes bana o tarifsiz yalnızlığımı hatırlatır. Söze ve kelama bürünmeden ortaya çıkan bir kendini ifade ediştir bu. Anlamın tâ kendisidir. Bu yalnızlığı kabul etmek uzun tefekkür demlerini, bir muhasebeyi, hüznü, kederi ve nihayet bir kabullenişi de beraberinde getirir. Hak vermek gerekir ki, bu asla kolay bir şey değildir.
Geçip giden herkes bende hiç var olmamışçasına kayboluyor iç âlemimde. Hatta onları hatırlamak ve zihnimde bir yere koymak için bir müddet kendimle ve mazi ile meşgul olmam gerekir. Burada bir kırgınlık, bir güceniklikten söz etmiyorum. Kendi arzularıyla benden uzaklaşan kimselerin benim hayatımdaki görevlerinin belki sona erdiğinden, yoluma yalnız devam etmem gerektiğine dâir bir hatırlatmadan bahsediyorum. Dünya herkese olduğu gibi bana da bir şeyler söylemek istiyor. Bunu seziyorum. Yalnız bana onun mesajı biraz pervasızca geliyor. Anlamı hemen duymamı ve mesajı tam olarak kavramamı bekliyor benden. O yüzden bu hayatta insanlar ve olaylar bende hep okuduğum bir kitabın satırları ve sayfaları hissi uyandırmıştır. Öyle ki, geçip gitmeleri bana göre artık gayet normaldir.
Hayal kırıklığını unuttum desem yeridir. Kimse beni şaşırtmıyor artık. Bir akarsuyu izler gibi zamanın ve mekânın içinde olup biten şeyleri seyrediyorum sadece. Belki de varlığın sahibinin bizden talep ettiği bu. Var zannettiğimiz şeyler, olaylar, insanlar ve mekânlar bir bir etrafımızdan çekilip giderken şu hayatın gizlediği yokluğu anlayabilmektir bütün mesele.
İşlerin kelimelere bürülü anlamlarla temsil edildiği gibi kolay olmadığının farkındayım. Ne var ki, düşünceyi belirgin kılabilmenin en kestirme yolu onu yazmaktır. Şimdi ben bu satırları kaleme alırken de yalnızlığını kabullenmiş bir münzevinin huzuruyla doluyorum. Çünkü geçip giden şeylerin bıraktığı bir mesaj böyle vakitler daha bir anlaşılır oluyor.