Başkasının kötülüğüne sevinen biri, kötü bir insandır. Böyle sevinçlerin insan hayatında saman alevi hükmünde olduğunu bilmem ki, söylemeye gerek var mı!
Âlemde her şeye bir ayna diye baksak görünen, insanın hakikatinden başka bir şey değildir. Kötülük, kötünün şikayetini; iyinin de sabrını, metanetini ve iradesini ortaya çıkarır.
Âlemde herkes kendi penceresinden yine kendini seyreder. Güldüğümüz de kendimiziz, ağladığımız da... Kişi neye gülerse o başa gelir, diyor Yûnus Emremiz. Belki bu hayatın değişmeyen hakikatlerinden birisi burada yatıyor.
Hayatı toplumsal bir varlık olarak yaşadığımıza göre bunun iç âlemimizde de böyle olduğunu düşünmek mümkün müdür? Maddî olarak nasıl bir bütünün parçalarını oluşturuyorsak maneviyatta bu daha fazla kendini gösterir. Yani diğer insanlar olmadan bizim bütün bir manevî servetimiz, yeteneklerimiz, kişiliğimiz hiçbir işe yaramıyor. Birlikte var ediyoruz biz bu hayatı. Öyleyse birinin iyiliği bizim de iyiliğimizdir; birinin başına gelen bizim de başımıza gelmiş sayılır. Sözün özü, diğerinin yaşadığı sevinç bizim de sevincimizdir.
Ona buna gülmek, başkalarını yok saymak, üstünlük taslamak, insanları bir yarış sahasında birbirini ezen rakipler hâline getirmek bir insanlık felaketinden başka bir şey değildir. Olan bir kişiye değil hepimize birden oluyor.
Kendi evrenimizde olduğu kadar, bizler ayrıca hep birlikte devam eden bir yolculuğun da içindeyiz. Toplumun güzellikleri ve iyilikleri toplam olarak manâya yansıyor ve oradan da mevcut sosyal yaşamın içinde bulunduğu realite ortaya çıkıyor. Yardımsever, sevgi dolu, iyiliksever, okumayı ve anlamayı seven, her işinde âdil olmayı başarmış bir topluluk mutsuz olabilir mi! Aksi halde o toplulukta bir huzur hâli yaşanabilir mi!
Bencil fertlerin çok fazla olduğu bir yerde huzur bulunmaz. Böylelerini gece gündüz bir eğitime tâbi tutmak gerek. İyiliğin ve kötülüğün er veya geç bize döneceğini anlatmak gerek. Sayısız milletin gelip geçtiği bu dünya sessiz ve dilsiz bir şekilde bize bunu söylüyor.