Bildiğini zannetmek günümüzde en yaygın karşılaştığımız hâllerden. Ne kadar çok görüntü, kaynak ve malumat olursa o kadar bildiğini zanneden modern insanın yanılgısı onu maddî refaha ulaştırmakla beraber insana mutluluğu ve huzuru veremedi. Çünkü bilgi zannettiği egosunu tatmin içindi. Unvanların, kalıpların, şekillerin ve bunca görüntünün altında ezilen varlığının istediği belki sadece anlamaktı.
Bilgiye varlığımızı, anlayışımızı, duygularımızı dâhil etmeyince o bizde iğreti bir şey hâline geldi. Unutma yaygınlaştı. Çünkü bildiğimiz şeyler bizim öz malımız değildi. Bildiklerimize şahitlik etmemiştik. Onlar canlı değildi. Bunca bilim insanına, akademisyene, ilâhiyat camiasına rağmen insanların bilimden, kültürden, kitaptan, dinden hızla uzaklaşmasının sebebi ne olabilir? Egoya hizmet eden, benliği suni bir şekilde şişiren, varoluşumuza anlam veren her türlü manâdan bizi uzaklaştıran malumat yığınları olabilir mi?
Akademik unvanların hemen hiç bir şey ifade etmediği sahte bir dünyada yaşıyoruz artık. Ekranlarda dâimâ boy gösterenlerin kime hizmet ettiği bile meçhul. Biliyorum zannedenlerin hırslarına, para, şöhret ve mevki arzularına yem olan ve bunlara mevzu teşkil eden insanların hallerine bakıp da üzülen vicdan sahipleri yok değil elbette. Fakat meydan bunların elinde ve bilgi kılığına bürünmüş bu korkunç cehaletin şiddeti devam ediyor. Ne yapmak gerekir, diye sorulabilir. Bunun cevabının kendimize, özümüze dönmek olduğunu düşünüyorum. Samimiyet, muhabbet ve tefekkürle dolu vakitleri daha da çoğaltmanın önemine inanıyorum. Beklentileri azaltmalı, ekranlardan uzak durmalı ve anlamaya daha fazla vakit ayırmalıyız. Çünkü bildiğini zannedenlerin, gösterişe tapanların ve böylece tükenenlerin dünyası burası.