Bir tabiatın hâlini ve doğanın gizli sırlarını en iyi insanın bakışlarının yansıttığını düşünürüm. Tabiat nasılsa insanın bakışları da dışarıdaki görünüşün hâline yansımasına göre tavır alır.
Bozkıra bakan gözlerde ona yansıyan şeylerin çokluğundan insanın bakışları hep rüzgârlıdır. Denize bakan gözler ise aranan bir vuslat demi bulunmuş gibi sâkindir. Dağlara bakan gözlerde hep bir ürperiş ve heybet okunur. Ağaca ve ormana bakan gözlerde yaşamın kımıldanışları ve dâimî bir sevinç hissedilir. Ekili biçili tarlaya bakan çiftçide umut, akarsuya bakan insanın gözlerinde tefekkür ve muhasebe belirir. Çiçeğe bakan bir insanın gözlerindeki güzellik duygusu gibisi yoktur. Kuşları izleyen ve onların sesini dinleyen insanın gözlerinde ise mûsikî ile meşgul olan birinin bakışlarındaki itminan vardır.
Hasılı insanın bakışı tabiatın hep bir aynası gibidir. Derin, içli, samimî bir insanın bakışıyla tabiatın muhtelif hâlleri birleşir. Onlar yekdiğerini, kendini ifade için kabul etmiş sayılırlar.
Tabiatın ruhunun bakışlarımıza bu denli yer edinmesindeki en büyük sebep, ondaki hayatiyetin, canlılığın ve devam sırrının bizi sâkinleştirmesidir. Bu ihtiyaç duyulan bir bütünlük ve tamamlanmışlık hissinin ve arzusunun doğayla giderilmesiyle çok yakından ilgilidir.
Tabiatın ehlileştiremediği, sakinleştiremediği hiçbir canlı yoktur. O bizi dâimâ iyiliklere sevk edebilecek ve nefsimizi sâkin kılabilecek bir güce sahiptir. Tabiat bizi canlı ve güçlü kılar. Ondaki hayatiyet bize ve bakışlarımıza yansır. O bizi hür duygulara taşırken dinginleştirir. Bu hâl gözlerimizde yer edinir. İşte bundan dolayı bakışların tabiatın aynası olduğunu söylemek isterim.
İnsanın gözleri onun bedeniyle bazen tezat teşkil eden bir canlılığa sahiptir. Bakışlarımız hep söyler ve durmaksızın konuşur. İnsan ne kadar susarsa sussun onun büründüğü ifadeyi terk edemeyen yegâne uzvu gözleridir. Diyebiliriz ki, dil sustukça insanın bakışları konuşmaya başlar. Bundan dolayı tabiatın tesirini, derinliğini ve şahsiyetini sessiz bir insanın bakışlarında aramak gerekir.
Bu Abazdağı için de böyledir. Abazdağı bakışlarımıza bir heybet duygusu verdiği kadar çalışan insanın azmine ve kararlılığına dâir ışıltıları da tatlı bir ifadeye bürüyerek gözlerimize yerleştirirdi. Bir kere bu insan yorulurdu. Bir dem gelir tâkâti kesilirdi. Dolayısıyla bu insanın bedenen sergilediği hâller bir yerden sonra onu anlamaya yetmiyordu. Azminin zaferini gözlerindeki ifadenin hazzından anlayabilirdim.
Burada çalışan insan çok cevvaldi. Daima çalışmak ve üretmek için beliren kararsız bir arayışın izleri onun bakışlarında her zaman okunabilirdi. Yalnız başka zamanlarda olduğu gibi burada çalışan insanın gözlerinde acelecilik yoktu. O, bir şeyler yapmaya başladığı an sükûna ererdi. Gözlerde beliren hareket arzusu yerini çalışmanın verdiği huzura ve sükûna bırakırdı.
Esasında Karadeniz Türkünün hâlleri onun bakışlarında okunur. Bu insan sanki çalışmak ve mücadele etmek üzere yaratılmıştır. İyi bir terbiyeden ve eğitimden geçseydi bu insanın çalışkanlığından, ataklığından çok büyük bir kuvvet elde edilebilirdi. İşte Karadeniz insanının bazen bastırdığı bütün gerilim bu bakışlarda hissedilir. Bunu dizginleyebilmenin yegâne yolu çalışmaktır. Bu coğrafyanın insanı bunu çok iyi anlamıştır.
Ben, bizleri Karadeniz’in çetin coğrafyasına yerleştiren Türk Devlet geleneğinin bu kader sırrına yaklaştığını düşünürüm. Bu insan bozkırda rahat durmayacaktı. Enerjisini yormak ve işlemek gerekirdi. Devlet biliyordu ki, buraları vatan edinmiş Türk’ü sakinleştirmek için sadece zayıf Rumlardan müteşekkil ordular yetmeyecekti. Buna Karadeniz gibi zor bir coğrafya da eklenmeliydi. Öyle de yapıldı. Biz “vatan etmek” için sadece düşmanla değil, bu güçlü ve çok çetin coğrafyayla da mücadele etmek zorunda kaldık. Başardık ve onu vatan ettik.
Karadeniz’in dağları, Canikler, bu eğim, bu yokuş ve hep bir bedel isteyen bu coğrafya bizi yoruyor ve sakinleştiriyor. Ben bunu ancak Karadeniz Türkünün bakışlarından anlayabiliyorum. O atak, cesur ama hep kararsız insan onun sayesinde sükûnete eriyor. İşte burada, Abazdağı’nda çözebildim bu meseleyi. Bu insanın gözlerinde, dağa bakışlarında hep bir itminan duygusu sezdim. Sakinleştiğini hissettim. Çalışmak ve hareket hâlinde olmak bu insana ilaç gibi geliyordu.
Abazdağı bizi hep bir sükûnete erdirdiği kadar yaratılışımızın özünde yer edinen arayışa bir ayna, enerjimizi sergilediğimiz bir eser ve bu sayede vatan edindiğimiz bir coğrafya hüviyetinde oldu hep. Ancak bu hâli orada çalışan insanın gözlerinden okumak gerekir. Abazdağı ancak bir insanın bakışlarında saf ve katıksız bir biçimde okunabilir.
Abazdağı’nı bir de bakışlarımızdan okuyun.