Yürümek, içeride ve dışarıda insanın seyriyle ilgili bir meseledir. Yürüdükçe aslında hep bir seyir hâlindeyizdir. Elbette burada içimizin dışarıya yansımasından ve gönlün yürürken göreceklerimizi özlemesinden söz edebiliriz.
Burada bizim seyir hâlinde olmamız bir bakıma kavuşma hâlidir. Yani görünenle görünmeyenin, madde ile mânânın, içimizle dışımızın buluşmasıdır yürümek. Yürüdükçe seyrin devam etmesi bize giderek daha derin bir huzur hâli vermeye başlar. Seyrin bir kavuşmaya dönmesi sayesinde hareket hâlinde olmak bizi o kadar da yormaz. Hatta yürümek bizi mânen dinlendirir.
Yürürken etrafımızı seyretmek sayesinde biz aslında aktif olarak doğanın varlığına dâhil olur ve ona karışırız. Bu, insana göre düşünüldüğünde tabiatın kendisi için de böyledir. Yürümek tabiatla bir ve beraber olma hâlidir. Biri varlığın özünde zaten var olan cevherin kendini göstermek istemesinden, bir diğeri de onu seyretmek ve anlamakla görevli olduğu için arada karşı konulmaz bir birliktelik yaşanır. Aslında yürürken seyreden ve seyredilen giderek seçilmez olur. Bu, biraz da insanın dâhil olduğu her şeyin rengine çabucak boyanmasıyla ilgilidir. Bir elbiseye bürünen her şeyden daha hızlı bir şekilde insan, sessizlik içerisinde şekilsizliğe ve anlama daha çabuk dâhil olur. Bu da duygularımız ve nihayet başarabilirsek düşüncelerimizle gerçekleşir.
Manâdan gelerek maddeye bürünen şeyler insanın gönlünde yeniden mânâya yükselir. Yürümek bu açıdan gördüğümüz her şeyi bir duygu hâline yükseltmek demektir. Varlık, sevgi ve anlayış içinde yürüyen bir insanda aslında kendi yükselişini de gerçekleştirmiş sayılır. Belki de sevgi ve hayranlıkla izlediğimiz bir çiçek, sesini muhabbetle dinlediğimiz bir kuş sayemizde var oluşunun amacını gerçekleştirmiş ve yolculuğunda bir sonraki merhaleye geçmiştir. Bütün varlık insana ulaşmak isteyen bir yolcu olduğuna göre bunu düşünmekten daha doğal ne olabilir!