Yedigöller'e geldim bugün. Göllerin üzerindeki yansımalara bakıyorum. Bu yansımaları izlerken insan varlığın ve yaratılışın özünü tefekkür etmeden duramıyor.
Şimdi şu göllerdeki yansımalarda ormanın derinliklerini, yaprakları ve ağaçların dallarını izliyorum. Göl kımıl kımıl olsa bile bir derin kavrayışın ardından aslında bize varlığın derinliklerini gösteriyor. Bununla beraber göl kendisinin esas olduğunu ve yansımaların ise gelip geçici olduğunu fısıldıyor. Aslında bu, varlığı bir deniz olarak yorumlayan ve görüntülerin daima gelip geçici olduğunu söyleyen düşünceleri, sözleri hatırlatıyor bize.
Şimdi şu gölün üzerinde tersine dönmüş görüntüleri izlerken onların hatalı bir şekilde oraya yansıdığını nasıl iddia edebiliriz! Göl bir şeyi yansıtırken bize bir şey de anlatmak istiyor. O da bu hayatta ters diye bir şeyin olmadığıdır. Biz onu öyle algıladığımız veya görüntüler bize öyle yansıdığı için o kavramlar vardır.
İşte böylece muhteşem bir misal olan tabiat hakikati bize bir de kendi penceresinden anlatıyor. Görüntüler bize nasıl görünürse görünsün, onlar zihnimize nasıl yansırsa yansısın aslında şeyler gerçeğin sadece bir yansımasından ibaret. Gerçeği bilmiyoruz fakat yansıyanları yorumlayan bizleriz. Onları öyle gören yine bizler.
O halde görüntülere, yansımalara ve şu muhteşem tabiata bakarak hayatı ve onun içindekileri de yorumlamak durumundayız. Şu yansıyanların ardındaki hakikati, daha da önemlisi görüntülerin yansıdığı deryayı anlamak ve görmek durumundayız. Aslında vazifemizin bu olduğuna inanıyorum, görüntüleri değil onların yansıdığı alemi görmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şu gölün üzerindeki yansımalar gibi hayattaki görüntüler de daima ve durmaksızın değişiyor. Onlar şüphesiz ki bize bir şeyler anlatmak istiyorlar.
Öyleyse yansımalara değil, onların görüldüğü bu hayata odaklanmak gerekir. Yedigöller'de hayatın bize daima bir şeyler söylediğini, tabiatın bize uzun uzun ve derin derin hikmetler fısıldadığını burada geçirdiğim şu huzurlu vakitlerde anlıyorum.