Uyku yaşadığım hayatı ikiye ayıran bir çizgi oluveriyor çoğu zaman. Uykudan önceki hâlim ve yaşadıklarım sanki uzak bir geçmişte kalmış gibi bir hisse kapılıyorum. Araya uykuyla birlikte giren o çizgi beni hayatın diğer yakasından ayırıyor. Uyuduktan sonra yaşadıklarımı sanki bir diğer yakadan seyrediyorum.
Özellikle hüzünlü olduğum vakitler uyku dinlendiğim bir alan olup çıkıyor benim için. Sanki o âlemde hayatın bir rüya olduğunu, gerçekliğin hayalden öte bir şey olmadığını, hakikatte bir kurgu ortamında yaşadığımızı anlıyorum. Hüzünlü düşüncelerin değeri de bundan sonra o nispette oluyor.
Belki bu durum yaşadıklarımı daha derinden kavramak için bir imkân ve belki de hayatın keder veren yanlarından bir kaçıştır. Bunu bilemiyorum. Fakat uykudan kaçmadığımı söylemek isterim. Hatta her şeyi bırakıp, bununla birlikte meşgalelerin ve sorumlulukların üzerime yüklediği duygulardan bir an uzaklaşıp uykunun ruhuma iyi gelen iklimine sığınıyorum.
Ben bu yönüyle uyumanın bir şifa olduğunu düşünenlerdenim. Elbette her şeyin fazlası gibi onun da uzadıkça bir zehre dönebilen etkileri söz konusudur. Benim bahsetmek istediğim daha dengeli bir uyku tercihi burada.
Özellikle gün içinde kısa bir uykunun insana çok iyi geldiğini zaman zaman tecrübe ediyorum. Gün, kısacık uykudan sonra yeniden başlıyormuş gibi geliyor bana. Uyku öncesi ve sonrası bir durum oluşuyor burada. Bu özelliği sayesinde uykunun yaşadıklarımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi hazmettiğimiz bir âlem olduğunu düşünüyorum.
Hayata ve yaşadıklarımıza beşerî bir pencere yerine adeta ilahî bir perspektiften bakıyoruz uyku esnasında. Yaşamın anlamı böylece yeniden yapılanıyor. Bize zor gelse bile en derin hüzünler ve bazı tecrübeler onları anlamlandırabileceğimiz bir zemine kavuşuyor. Bu, uyku ile bize verilmiş büyük bir nimet olabilir. Aynı şeyi uyanıkken yapabildiğimizde sanırım o zaman uyumaya bu kadar derinden bağlanmayacağız.