Bazen içime gürül gürül bir öfkenin dolduğunu hissediyorum. Onu öylece izliyorum. Nereden geliyor, nasıl doğuyor? İzlerken fark ediyorum ki, öfke korkunç bir ihtişama sahip. Birdenbire belirişi, hücrelere kadar yayılan bir hayatiyetle bedenin her yanını ele geçirmek işteyişi bu istilacıyı iyi tanımak gerektiğini söylüyor bize.
Bir his olarak öfkenin aklı ve en saf duyguları devre dışı bırakması tehdidin de büyüklüğünü gözler önüne seriyor. Öfke, insanı birçok cürmü işleyen; vehim, kuruntu dolu korkunç bir varlık hâline getiriyor. Kendinden başka hiçbir şeye tahammülü olmayan öfke, davranışları ve iradeyi kontrol ederek insanı türlü maceralara sevk etmeye cüret ediyor ve bunu da kendinde bir hakmış gibi kabul ediyor.
Öfkeyi tanımak istememe rağmen zaman zaman onun bana hâkim olduğunu, gizliden gizliye içimi kemirdiğini söylemeliyim. Yükseklerden dökülen bir şelale gibi bütün iç dünyamı dolduran ve beni huzursuz eden bu düşmanla savaşmam ve onu yenmem gerektiğini biliyorum. Aksi hâlde hayatımı alt üst etmek ve huzurumu alıp götürmek isteyen bu kuvvet onu kendi hâline bıraktığım vakit türlü çirkinlikleri bende sergilemekten çekinmeyecektir.
Bizi bırakıp gittiğinde yahut inine çekildiğinde öfke geride pişmanlığı her yere sinmiş bir harabe bırakıyor. Buna mahal vermemek için öfkenin can acıtan her türden tezahürünün ve bunların sonuçlarının net bir şekilde anlaşılması gerekmektedir. İnsan öze dönüş vakitlerinde bunların kendisine ve etrafına verdiği zararları etraflı bir şekilde düşünmelidir. Öfkeye mümkün mertebe geçit vermemelidir. Onu, içimize dolduğu veya öylece durduğu vakit güzel ve gönül doyuran meşguliyetlerle oyalamalı, o mümkün mertebe hayatımızda bazı güzellikleri yapmak üzere bir kuvvet kaynağı hâline getirilmelidir. Bu da elbette öfkenin kontrolüyle olabilecek bir şeydir.