Hepimizin meselesi bu. İnsan bir şeyler arayan varlık. En çok da bu nasıl mutlu olunacağı meselesi bizi meşgul ediyor kalbimizde ve zihnimizde. Bu meselenin cevabı elbette insandan insana farklılık arz eder ve yeryüzünde ne kadar insan varsa o kadar da mutluluk tarifi var, demektir.
Burada şunu hemen belirteyim: Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu satırlarda cevabı veya cevapları biz birlikte arayacağız. Bir öğrencimin bana sorduğu "Hocam ben nasıl mutlu olacağım?" sorusuna burada hep birlikte ortak bir cevap bulmaya çalışalım. Yazı belki bu vesileyle bir derde deva olur.
İnsan çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yaşadığı hâlde, hep bir sonsuzluk âleminde hem de bedeniyle var olduğunu zanneder. Hakikatte özünü tam bilemediğimiz bir sonsuzluk duygusu içinde yaşadığımız düşünülebilir. Fakat bu beden olarak böyle değildir. Zaman çok hızlı bir şekilde geçip giderken bize daima sorular soran, bizi rahat bırakmayan bir zihnimiz, kalbimiz ve vicdanımız vardır.
Bazen okuduğumuz eski metinlerde kahramanlara "Sen bunun için mi yaratıldın?" anlamında soruların yöneltildiğini görürüz. Esasında bu soruya biz her gün, belki her an vicdanımızda muhatap oluruz. Çoğumuz buna gönül doyuran bir cevap vermek yerine ruhumuzu daha da tedirgin eden eylemlere girişip kalbi ve zihni meşgul etmeye ve bu soruları susturmaya bakar. İnternet oyunları, aylaklık etmek, hız ve konfor olmak üzere birçok şey içimizdeki soruları bastıran şeyler kabilindendir. Hâlbuki gençlik yıllarından başlayarak dopdolu yaşanan bir hayatta kendini güzel işlerle meşgul eden insanlar daha çok mutlu olabilir. Yani insanın mutlu olabilmesi onun kendisine yönelik yararlı şeylerle ilgilenmesine bağlıdır bir yerde. Fakat günümüz insanı çalışmaktan ziyade çalışmamayı, faydalı şeylerle meşgul olmak yerine olmamayı tercih ediyor. Dolayısıyla da mutlu olamıyor.
Bu anlamda insanın nasıl mutlu olunacağını sorması çok önemli bir meseledir. Bu, en azından önemli bir başlangıçtır. Öyleyse insan önce bu dünyada asla başıboş yaratılmadığını, Allah'ın kendisine bir sorumluluk yüklediğini bilmelidir.
Bu insan zaten kendi vicdanında bir hesapla sürekli muhatap olmaktadır. Bununla birlikte devletimize, ailemize, yaşadığımız çevreye ve kendimize dâir bazı sorumluluklarımız vardır. Bunların çoğu yerine gelmeyince insan doğal olarak bir tedirginlik ve huzursuzluk duyar.
Günümüzde gençlere ısrarla sunulan bir hayat tarzı onların, her şeye kafa tutan, isyankâr, ahlak başta olmak üzere hiçbir otorite tanımayan bir insan olmasını istemektedir. Neden? Çünkü dünyayı dilediği gibi evirip çeviren para babaları onların öyle olmasını istemektedir. Bugün sosyal medyanın sahipleri ve dünyanın en zenginleri rezil ve ahlâksız hayat tarzlarıyla gençlerimizi zehirlemeye, onların hayatlarını çalmaya devam ediyor. Bir ülkenin geleceğini yetişmelerine engel oldukları, amaçsız, hiçbir şeyle mutlu ve tatmin olamayan gençlerle abluka altına almaya çalışıyorlar. Devletleri parçalayan, dünyanın pek çok yerini işgale kalkan, Afrika'da her gün sayısız insanın açlık, hastalık ve susuzluk elinde ölmesine sebep olan bu kimseler sırf parayı kontrol ettikleri için her türden değerimizi yok ediyorlar ve sonra da söylemleri bir matahmış gibi sosyal medyada arz-ı endam ediyorlar. Unutmayalım. Gençlerimiz bugün bu kimselerin kontrolünde.
Sonuç olarak bu dünya, Avrupa ve Amerika'daki ahlâksız zenginlerle mutlu ve huzurlu olmayacak. Gençlerimiz şimdi bu canavarların elinde. Onları bu vatana, kendi değerlerimize özde nasıl döndüreceğiz? Buna bakmalı ve meseleye bir hâl çaresi bulmalıyız. Devletimizin ilgili kurumları vakit kaybetmeden bunun çaresine bakmalıdır. Türk ailesi, Türk gençleri, Türk Eğitim sistemi, Türk kültürü çok büyük bir tehdit altındadır. İnsan kendi öz değerleriyle mutlu olur. Hayatının anlamını böyle bulur. Öyleyse gençlere her ne pahasına olursa olsun kendi özüne dönmeyi öğretmemiz lâzım. İnsan değerli bir varlık ve o sadece öz değerleriyle meşgul olarak, çalışarak, inanarak ve severek mutlu olur. Bizim asıl zenginliğimiz olan gençlerimize bunları anlatabilmemiz artık hayati bir mesele hâlini almıştır.