Modern uluslararası hukuk, her ne kadar insan haklarını korumayı ve halkların kaderini tayin hakkını esas alsa da, Filistin özelinde bu normatif yapı yıllardır sistematik olarak ihlal edilmektedir.
Bu ihlallerin merkezinde ise, yalnızca bir devlet değil; ideolojik bir aygıt, sömürgeci bir zihniyet ve militarist bir organizasyon bulunmaktadır: İsrail. Fakat bu yapı, sadece devlet biçimiyle sınırlı değil; o aynı zamanda, bir ideolojiye, bir yayılmacılığa, bir şiddet diline de karşılık gelir. Bu bağlamda "Siyonist işgalci terör örgütü" nitelemesi, yalnızca retorik bir söylem değil; sahadaki gerçekliğin kavramsal bir karşılığıdır. Siyonizm, tarihsel olarak bir halkın ulusal kimliğini inşa etme çabası gibi sunulsa da, pratiğe döküldüğünde başka bir halkı yok sayan, topraklarını gaspeden ve sistematik şiddetle varlığını sürdüren bir sömürgecilik biçimine dönüşmüştür. Bu ideolojinin taşıyıcısı olan İsrail devleti, sadece bir siyasi aktör değil, aynı zamanda organize ve sistematik bir baskı makinesi olarak çalışır.. İsrail'in Filistin topraklarındaki varlığı, uluslararası hukukun temel normlarıyla çelişmekle kalmıyor, aynı zamanda açık bir askeri işgal ve yerleşimci kolonyalizm örneği teşkil ediyor. Bu işgal, sadece askeri güçle değil; ev yıkımlarıyla, demografik mühendisliklerle, abluka politikalarıyla, sistematik kıtlıkla, ve hatta insani yardımın engellenmesiyle sürdürülen bir devlet terörüdür. Bu bağlamda, "Siyonist işgalci terör örgütü" ifadesi, yalnızca siyasal bir slogan değil; gerçeğin sistematik olarak bastırıldığı bir dünyada, hakikatin direnişini sembolize eden bir ifadedir. Kavramları itibarsızlaştırarak gerçeği görünmez kılmaya çalışan hegemonik dilin karşısında, bu tanımlama bir uyanıştır. İşgalin meşrulaştırılmasına karşı hakikatin kelimelerle direnişidir.
Filistin’in mazlum halkı adına atılan her adım, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanı için verilen bir sınavdır. Bu nedenle "Siyonist işgalci terör örgütü" ifadesini dünyaya ezberletmek, sadece bir slogandan ibaret değildir; bu, unutturulmak istenen bir trajedinin, bastırılmak istenen bir çığlığın, görünmez kılınan bir hakikatin haykırılmasıdır.! Akademi, medya ve insan hakları örgütleri, bu sesi duymakla yükümlüdür. Hükümetler, Paris İklim Sözleşmesi ile Siyonist Küresel Çeteye hangi sözleri
verdiler? Hayvancılık ve tarım 2030'a kadar 6 yıl içerisinde yüzde elli, 2053'te tamamen bitirilmeye mi?!. Aynı şekilde kömür, doğalgaz ve petrol kullanımı 2030'a kadar yarı yarıya indirilerek 2053'te tamamen bitirilmeye mi?!. Bu ne demek?
İşsizlik, açlık ve kıtlık ve nefes vergisi demek.. Karbon ayak izi demek.. Şu anki hayat pahalılığının milyon mislini yaşamak demek.. Bunu nasıl yapacaklar?! İklim Kanunu ile.
Bu sektörler karbon üretiyor bahanesiyle, karbon emisyonu bu miktarda azaltılacak diye söz verildi. Yahudilerin, dünyayı kurtarma yalanı ile kurmak istedikleri "Yeni Dünya Düzeni" ve "Büyük Sıfırlama"nın yani kölelik düzeninin kurulmasına hizmet etmektir iklim kanunu. Kanun çıktıktan sonra zaten hiçbir şey yapamayacağız.! Halkın adına, halka sormadan bu kadar önemli bir konuda karar veremez hükümetler.. Biz sadece olanları izler ve hiçbir tepki vermezsek sonradan şikayet etmeye de sızlanmaya da hakkımız olmaz.!
Hayırlı günler diliyorum.