Köye geldim. Bahar bütün ihtişamını sergilemeye başlamış. Çilekler, kirazlar, ayvalar, erikler, armutlar çiçek açmış. Fındık bahçeleri, bizim köyde "Bekara ev olıya!" dendiği üzere insanı saklayacak kadar yeşermiş. Papatyalar yerlere güzelim halı desenleri gibi serilmiş. Hâsılı toprağın derinliklerinde gizlenen o mânâ bir hayatiyete bürünüp köyümde kendini âşikâr eylemiş.
Bir kenara oturdum. Köyümü dinliyorum. Çeşit çeşit kuşların sesi doluyor zihnime. Dere hafiften ses veriyor. Taptaze toprağın kokusunu duyuyorum. Derin derin içime çekiyorum bu kokuyu. Yağmurlarda yeni ıslanmış toprak hayat nâmına bin bir cümbüşün sergilendiği bir vitrin hâlini almış. Çoktadır bezelyelerin çiçek açtığını, fındık bahçelerinin rengarenk çiçeklerle bezendiğini görmemiştim. Bakışlarımı onların üzerinde gezdiriyorum.
Köye gelir gelmez çocukluğuma dâir çok tatlı bir hatıra duygusu sardı beni. Köydeki hayat bütün derinliği ile kalbime doldu. Bu ihtişam, bu güzellik beni benden alıyor doğrusu. Ben de kendimi köyümün gönül doyuran güzelliklerine bırakıyorum. Yaşadığımı en derin duygularla hissediyorum.
Köyde hayat var. Yaşamın türlü güzellikleri, aylar ve mevsimler boyunca biriken bir yaşama hissi var. Köyümün dağına, taşına, toprağına, ağacına sinmiş çocukluğum var. Köyün semalarına karışan insan seslerinde en kadim hatıralar var. Kuşların seslerinde baharın coşkusunu karşılayan canlıların o tatlı neşesi var. Çok derin bir hasretin ifadesi köyde bunları hissetmek elbette. Fakat köyün ve ona duyduğum hasretin özünde; ifadeye, kelama, merama sığmayan duygular var. Köyde hayat var. Hasretimi biraz olsun dindirdiğim şu vakitlerde köyün seslerini dinliyorum. Hesaba kitaba gelmez devirlerden sonra sanki kavuşmayı istediğim bir dosta kavuşmuşum gibi sakinleşiyor gönlüm.