Bize yalnızlık gibisi yok. En azından şimdilik bu böyle. Günlük hayatın insanı yutuveren işleyişinden bir an kendimizi çekebilmemiz için yalnızlığa zaman zaman sığınmamız gerekir. İçimizde var olan huzuru, dinginliği, sevgiyi ve daha birçok güzel duyguyu doya doya yaşamanın yolu biraz da yalnızlıktan geçer. O, bir bakıma kendimizle buluşmalarımız demek olur.
Sözle, hareketle belirsiz bir hâle gelen iç âlemimizin biraz durulması için yalnızlık gerekir. İnsanın doğasında yalnızlık esastır. Dışarıdan bakılınca ne kadar sosyal bir varlık olsak da yaratılış bakımından yalnızız.
İnsan içinden yapılır, içinden yıkılır. Bu yapılış ve yıkılış hâlleri çoğu zaman sessiz ve sedasız bir şekilde yaşanır. Ne kadar öyle olduğu sanılsa da birilerine görünmek, başkalarına kendimizi ispat etmek için yaşamayız bu hayatı. Oluşmak, gelişmek, tecrübe etmek, duyguları tatmak için yaşarız.
Bunların farkına varmak, şu hayatta elimizde neyin var olduğunu veya olmadığını anlamak için önünde sonunda yalnızlığa döneriz. Yani bu hayatın yönü bir şekilde yalnızlığa dönüktür.
Deniz ne kadar çalkalansa, dalgalar ne kadar hareket etse yine de varlık denizinin aslî hâli sakinliktir, yalnızlıktır. İnsanın da öyle. Yalnızlık bize mutlak hâlimizi, varoluşumuzun yaslandığı esasları hatırlatır.
İç zenginliğimizi, hayatın bize sunduklarını, yaşamın güzelliğini ve insanın kuvvetini biz en çok yalnızken anlarız. Öyleyse hayatın sonunda yaşayacağımız o mutlak yalnızlık hâlini zaman zaman bir köşede hatırlamada yarar var.
Yalnızlık bu hayatta iğreti bir şey olsa onun üzerinde bu kadar çok durulmazdı. Fakat bu duygu hayatın aslî hallerinden birisidir. Bu böyle olduğuna göre insanın içinden gelerek yalnızlığına çekilmesinden daha doğal ne olabilir!