"Halkın sözleri kılıç yarası gibidir." der bir mutasavvıf. Neden böyle? Söz insanın özünün dışa vurumudur. Özümüzde yer edinmiş iyilik ve güzellikler gibi kırgınlıklar, cevaplanmamış sorular, pişmanlıklar, tatminsizlikler ve amaçsızlık da dâimâ sözümüze yansımaktadır. Fakat her ne hikmetse olumsuz duygular ve düşünceler halkın sözlerine daha çok yansımaktadır. Çünkü insan yaratılış olarak bir itminan, bir doyum aradığı için ona hiçbir şey yeterli gelmez. Bunun için içindeki boşluğu dâimâ dışarıda bir şeylerle gidermek ister.
İçimizdeki boşluk duygusu gitmek şöyle dursun bunlar bizi çoğu zaman dâimâ isteyen ve doymak nedir bilmeyen varlıklar seviyesine indirger. Bunu geniş kalabalıklar için düşündüğümüz zaman ortaya çıkan tablo insan ilişkilerinde dâimâ önümüze düşmekte, zaman zaman bizi kendisine muhatap olarak seçmektedir. Elbette hassas bir gönle sahip olanlar da bundan dolayı çok muzdarip olmaktadır.
Özü bir sükûnete ermemiş, dikkatini kendinden ziyade dışarıya yönelten insanların konuşmaları genelde huzursuz edicidir. Bu yüzden derde deva olmayan konuşmaları, insan ilişkilerini bir yerden sonra "kılıç yarası" olarak kabul etmek gerekir. İnsanlığa yön vermiş büyük muzdariplerin bir yerden sonra yalnızlığa, inzivaya yönelmeleri bundandır. Çünkü böyle kimselerin insan ilişkilerinden yara almadığı bir gün neredeyse yoktur. Hassas bir gönül, duygulu bir kalp, fikir çilesi içindeki bir zihin komiklik adı altında insanlığa dayatılan zehri, bilim kılığında görünen her türden cahilliği, gösterişi, riyayı ve kibri çok kolay tespit eder ve mümkün mertebe böyle ortamlardan uzak durur. Böyle insanların toplum içinde bulunuşu da mecburiyet eseridir.
İnsanlar mânevî tecrübelerden, hayatın en ciddî meselelerinden, kendilerini tanımaktan sistemli bir şekilde uzaklaştırıldığı için her devrin en gerekli kavramlarından biri olan inziva günümüzde de kılıç yarası gibi sözlerden, insan ilişkilerinden korunmak için çok önemli bir sığınak olmaya devam ediyor.