Yeri göğü Yaradan ona nice anlamlar da yüklemiş. Biz güneşten, doğadan, gökten, yerden sadece maddî olarak gıdalanmayız. Bunlarda bizi mânen besleyen hâller, anlamlar, duygular, düşünceler de vardır. Sadece şu yüce ve karlı dağları izlemek, hemen yanı başımızda akan dereyi dinlemek bile bunu hissetmeye yeter de artar bile.
Mânen doğadan beslenmek de bir bakıma elzemdir. İnsan zaman zaman doğada olmalı, rüzgârı ve akarsuları hissetmeli, dağları izlemeli, muhteşem tabiatı seyretmeli. Bunun gerekliliğini uzun uzadıya izah etmeye bile gerek yok. Çünkü ruhunda bir arayış, kalbinde bir arzu hisseden insan zaten tabiatın kendisine iyi gelen, yaralarını iyileştiren yönünü çabuk fark eder. Bunu talep etmeyene diyecek bir sözümüz yok. Ama doğada keyifli ve huzurlu vakitler geçirmek istemeyenlerin de azdan az olduğunu söyleyebiliriz.
O zaman doğa, kuşlar, akarsular, dağlar, ağaçlar, ormanlar bizim için maddî olduğu kadar mânevî olarak da birer imkandır. Kendimizi biraz da doğada buluruz. İç âlemimizi tabiatta sakin kılarız. Doğada bulunduğumuz vakitlerde mânen arındığımızı ve yükseldiğimizi duyarız. Çünkü tabiat arındırıcı ve dinlendiricidir.
Biz bu hayatı, tabiatı meydana getiren şeylerle birlikte yaşarız. Ondan besleniriz. Tabiat pek çok müştereklik sebebiyle insanı arındırır, dinlendirir. Ona sakinliği ve huzuru hatırlatır, hatta yaşatır. Gönlünde yer edinmiş gereksiz ağırlıklardan insanı çeker alır.
İnsan doğada her bakımdan kendisine döner. Doğa bize saflığı, arınmışlığı öğretir. Bu sebeple doğanın ihmali insanın kendisini de ihmal etmesi demek olur. Doğaya dönüş kendimize dönüştür.