Bazen iç dünyam karmakarışık oluyor. Darmadağın olmuş bir kütüphane gibi hissediyorum kendimi. Perişan duygular ve düşünceler arasında gezinip duruyorum. Onları yerli yerine koymayı isteyip istemediğimden de emin olamadan...
Biraz seyredip duruyorum onları. Sakin kaldığım veya bir yürüyüşe çıktığım zamanlarda içimdeki dağınıklığı gidermeye yöneliyorum. Sakinlik, dinginlik ve biraz yürümek sayesinde bazı şeyler giderek yerine oturuyor.
Bu darmadağınık sayfaların arasında gezinirken bir yandan da kendimi izliyorum. Eşyaya, insanlara, varlığa ve hayata yüklediğim anlamları düşünüyorum. Hepsi değişmiş veya değişiyor. Dağınıklık biraz da bundan galiba. Elimizden çıkıp gidecek ve çekip giden şeylerin bıraktığı hisler, intibalar, bazen hayal kırıklıkları, şeylere yüklediğimiz anlamların hemen hepsi bu perişanlıkta karşıma çıkıyor. Yerdeki kırık bir eşyaya bakar gibi hüzünle bakıyorum onlara. Bir zamanlar hayatımda yer edinmiş, kendisine büyük ve derin anlamlar yüklediğim şeyler bir duyguyu ve tecrübeyi bana yaşatmak üzere çok dikkatle hazırlanmış bir planın sonunda karşıma çıkmışlar ve sonra da çekilip gitmişler âlemimden.
Bu yüzden maddî ve mânevî olarak uzaklaştığımız şeyler bazen hiçbir yaralayıcı muameleye düşmeden bir "eyvallah"ın bize güven telkin eden ellerine teslim edilebilmelidir. Yoksa mental ve duygusal bir yorgunluk kaçınılmaz olur. Bırakalım her şey mazinin raflarında yerli yerince dursun. Yeri geldiği vakit onları o raflardan indirip bakabilmek de bizim elimizde olsun.
Bizler aslında çeşit çeşit güzellikte kitapların yer aldığı kitaplıklar gibi anlamlı tecrübeler bütünüyüz. Bu dünyaya gelmemizin bir amacı var. Dağılmadan ve dağıtmadan geçelim bu hayatı. Kuşadalı hazretlerinin söylediği o derin sözler geliyor hatırıma:
"Gör geç, belle geç, durma geç..."