Hiçbir şey yapmayı istemediğimde gecenin akışına bırakırım kendimi. Pencereyi açarım. Mis gibi havayı ciğerlerine çekerim. Sabahın ilk vakitlerinde ötmeye başlayan kuşları dinlerim. Günün doğuşu ve varlığın uyanışını izlerim derinden.
Bir coşku gelir yayılır içerime. Bu, evrenle beraber var olmanın derin sevincidir. Basitliğin ve dinginliğin ihtişamıdır. Sadelikle ve sakinlikle insanın kendini bulmasıdır. Geceye doğdu derinleşir içim. Yıldızları seyrederim. Bir müddet ayda takılı kalır gözlerim. Var olan her şeyi bir anlam olarak içimde biriktirip yaşamanın hazzını duyarım.
Böyle yapabildiğimde evrende insan olmanın nasıl büyük bir nimet olduğunu da anlamaya başlarım. Anladığım kadar yaşarım bu hayatı. Kendi özüme ve manâya yönelirim artık. Bu mümkün olabildiği kadar öyle olur ve bana derinden gelen bir huzur hâli yaşatır.
Her şeyi bilemem belki. Gidilmesi gereken yerler, yaşanması gereken hayatlar vardır. Gidip de görmek, belki de yaşamak mümkün olmayabilir. Zaten bu, yarın ve sonraki fikrinin bizde meydana getirdiği yanılsamadan başka bir şey değildir. Yarın diye bir şey yoktur, bunu geceleyin anlarım en çok.
Öyle kurulu saat gibi çalışmak daima bir şeylerle meşgul olmak istemeyebilir insan. Bu hakkı kendine tanımalıdır. Böyle vakitler insanın kendi derinliğinde yol aldığı zamanlardır. Varlığın, insanın, sevmenin ve anlamanın sonu yok. Çünkü varlığın sahibi sonsuz ve nihayetsiz bir kere. Yaşamaya da mevzu teşkil eden budur aslında. Geri kalan her şey bir bahanedir. Mühim olan yere göğe sığmayanı içimizde anlamak ve bulmak değil mi!
İşte böyle vakitler anlamak için sakinliği tercih ediyorum. Bazen bir şey de yapmıyorum. O vakit kaynayan iç âlemimi seyrediyorum. Duygular, düşünceler kocaman dalgalar misâli... İçimdeki fırtınayı izliyorum. Denizin sakinleşmesini, dalgaların kalbimi ve dimağımı döğmeyi bırakmasını bekliyorum. Şu sakin görünen dünya nasıl da coşkulu, bunu anlıyorum. Derinden derinde yaşıyorum bu hayatı.