Var olmayı fotoğraf çekmeye eşitledik. Varoluşu ekranda görünmek zannediyoruz artık. Ekranda görünüşlerimiz, yok oluşlarımıza dönüşüyor. Duyguyu, bir tecrübe yaşamayı yok ediyoruz. Esasında fotoğrafa, görüntüye, ekrana bu kadar tutunmak bir yerde yaşamaya cesaret edememek demektir.
Elindeki telefonla daima kayıt alan biri, bundan para kazanmıyorsa hayatı başkası için yaşıyor demektir.
Aslında anlamaya, hissetmeye dönük olarak yaşamak zaten hatıra biriktirmek demek olur. İnsanda kalacak olan gerçek kayıtlar bunlardır. Biz, bu âlemde yaşadığımızı hatıralar ve tecrübeler yoluyla anlarız. Bunlar olmadıktan sonra hayatı nasıl tecrübe edeceğiz, yaşadıklarımızı nasıl hatırlayacağız!
Bir güzelliğin karşısında ilk tavrımız onun bizde uyandırdığı hisleri duymak ve duyguyu yaşamak olmalıdır. Hayat denen yolculuğun amacı da budur. İnsanın neyi düşündüğü, neyi hissettiği çok önemlidir. Duygularına, düşüncelerine önem vermeyen, iç âleminde derinleşmeye hayata da önem vermiyor demektir.
Bir güzellik, bir manzara karşısında hemen telefona sarılan biri yaşamak yerine kayıt almayı tercih etmiş demektir. Asıl mesele bunların bir gün elimizden çıkması, kaybolmasıdır. Günümüzde insanların duygudan ve düşünceden yana fukara kalmalarını biraz da burada aramak gerekir.
Artık hayatta fotoğraf çekmek mi, yoksa yaşamak mı şeklinde iki tercihe doğru sevk edildiğimizi düşünüyorum. Ortada onca görüntü, fotoğraf, gösteriş budalası ve gürültücü var. Fakat samimiyet, sadakat, hayatın kendisi ve duygu yok. Özü bırakıp her şeyin kalıbıyla ilgilendiğimiz bir dönemde olduğumuz belli. Fakat zaman, derin duygularla ve tecrübeyle yaşanmış bir hayatın kıymetini er veya geç takdir eder.