Onca kıymet verdiğimiz şeylere rağmen bir oyunun içinde yaşıyormuşuz gibi ölüm veya bir yokluk hâli geliyor ve kendisine o kadar değer atfettiğimiz şeyleri elimizden alıp gidiyor. Böylece aslında hiçbir şeye sahip olmadığımızı öğrenmeye başlıyoruz. İnsan böylece kocaman bir hayal kırıklığı içinde özüne dönüyor ve düşünce, duygu, niyet ve fiil namına elinde ne varsa onunla net bir şekilde yüz yüze kalıyor.
Uğruna nice bedeller ödediğimiz şeyler, mülkler, kimseler bir komedi hükmünde kalıyor bu hayatta. Var olduklarına dâir hiçbir tereddüdümüz olmayan o kimseler, olaylar, eşyalar neredeler? Onlar gerçekten var olsaydı bugün yok olurlar mıydı
Geçip giden insan hayatı varlık affettiğimiz şeylerin aslında bir sel suyu hükmünde olduğunu anlatmak için bize ibretlik levhalar sunar. Hayat durmaksızın akıyor ve değişiyor. Biz de değişiyoruz. Tecrübeyi, duyguyu ve düşünceyi biriktirmek üzere bir sonsuzluğa doğru yola çıkmamızın üzerinden hesaba sayıya gelmeyen zamanların geçtiğini düşünüyorum. Kim bilir, nelere sahip olduk ve neleri yitirdik! Geriye kalan ise asıl bizim olanlar oldu hep. Bu da elbette varlık sahasına yansıyan iç varlığımızdır.
Bu dünyada maddî sahiplik düşüncesinin bir yanılgıdan ibaret olduğu insanlığa defalarca gösterilmişken bunu öğrenmek hâlâ çok zor. Belki de yokluğun tahakkümü karşısında kendine hâlâ bir direnç noktası arayan insanlığın tutunduğu bir şey bu geçip giden varlık. Fakat geçip gidiyor işte.
Bana öyle geliyor ki, bu dünya hiçbir şeye sahip olmadığımızı öğrendiğimiz bir okuldur. Yokluğu anlayanlar ise bu okuldan mezun olmaya hak kazananlardır.