İnsan tabiata yöneldiği vakit ruhunun derinlerinden yükselen âhenge bırakırsa kendini doğanın ve içindeki özün buluştuğunu, bir araya geldiğini de duyar. Bu âhengi yaşamak belki mümkünüdür fakat kelimelere dökmek oldukça zordur. Bu kelimesiz ve ifadesiz âhengi sezmek muhteşem bir duygudur fakat ondan pek fazla söz edilemeyişi onun görünür ve belirgin olmasının da önüne geçmektedir. Halbuki biz kendimizi ona bırakmasak, onu anlamasak bile âlemde o güçlü âhenk her dâim vardı ve var olmaya devam ediyor.
Evrendeki o çok seyyal birlik ve dirlik hâli her an değişip yenilenerek kendini gösteriyor bize. Yazın yeşilin tonlarında beliren sonsuz bir hususiyet, sonbaharda yaprakların türlü renklerine bürünen sanat ve kar yağdığı vakit içimizi de dolduran derin bir tabiat sessizliği... Hepsi o sonsuz sanatın değişerek görünmesinden ibaret...
Yaparak ve dönüşerek var olan bir hayatiyet bunun adı. Hayatın akıp giden bir mânâ olduğunu söyleyen bir hikmet bu. Hep yerinde duracağını zannettiğimiz şeyler başka elbiseler altında arz-ı endam ediyor bu hayatın seyri içerisinde.
Bence bu durum hayatın ta kendisi. O sonsuz iradenin evrene serptiği ve yıldız kümeleri gibi dünyamızı kuşatan hikmetin kendisinden sadece birer demet... Duyularımızla bunu anlamakta ve söylemekte güçlük çeksek de ruhumuzla evrendeki ahengi her dâim duyarız, hissederiz. Bu onun yani özümüzün yaratılış amacıdır. O böyle, bir hikmeti arayıp bulmaya çalışarak huzur bulur.