Sosyal medyada ve internette uzun bir süre serbestçe vakit geçirmek insanda, kaçtığı kalabalıklara kafasının içinde yakalanmak gibi bir tesir yapıyor. Bu bizi, dinlendirmiyor. Derinden derine yoruyor ve kalbimizi keyifsiz bir şekilde vaktini boşa geçirmiş hissine bırakıyor.
Dünya bir denge üzerinde bulunduğuna göre insan hayatı da hep bir denge üzerinden devam ediyor demektir. Bir şeye aşırı bağlanmak, hayatımızda birçok şeyin ihmal edilmesini beraberinde getiriyor. Bir yerde dengenin kurulması gerektiği anlaşılıyor.
Dengenin kurulacağı yer de elbette insanın iç dünyasıdır.
Sosyal medya, içimizde bir denge kurmaya, yaşadıklarımızı değerlendirmeye, onları zihin süzgecinden geçirmeye, anlamaya, okumaya, bir karara varmaya bırakmıyor bizi. Bu demektir ki, kontrol artık onun elinde.
Hepimiz, büyük bir kalabalık içinde yaşayan yapayalnız varlıklarız artık. Bu yalnızlık oldukça kalitesiz ve yaralayıcı… Sosyal medyanın gürültülü ortamından bize kalan genelde tatminsizlik ve huzursuzluktur. Kendini unutmuş, hayatı tecrübe etmekten uzak gösterişçi tipler giderek çoğalıyor. O mecradaki tatmin ve mutluluk arayışlarının madde bağımlılığından hiç de farklı olmadığını düşünüyorum.
İnsanı dengeli ve huzurlu kılan, zihnini, gönlünü, ruhunu kısacası iç dünyasını ihmal etmemesidir. İhmalkârlık ne kadar büyük olursa huzursuzluk o denli sarsıcı oluyor. Kendinden ve toplumdan kaçan insanlar çoğalıyor.
Bu derin yaraya bir merhem sunulmalı. Sosyal medya ve TV içeriklerini üretenlerin tıklanma rekorlarını ve reytingi bütün değerlerimizden üstünmüş gibi sunmasına izin verilmemelidir. Aksi durum, açıkça bir toplumun felaketinden başka bir şey değildir.