Çeşmenin başındayım. Oturdum köyü izliyorum. Bir yandan da düşünüyorum. Düşüncelerim düzensiz. Belki de sadece hayal ediyorum.
Bizim köyün çeşmesine Saz'ın Çeşmesi veya Apul Hocalar Çeşmesi de denir. Çeşme 1988 yılında yapılmış. Ben doğmadan bir yıl önce. Dolayısıyla hemen hemen aynı yaşta sayılırız. Benden sadece sekiz ay büyük çesme. Onunla ilgili çok tatlı ve güzel hatıralarım var. Bu yazıda bunların bazılarını söz konusu etmek istiyorum.
Küçük yaşlarda bahçelerden kucak kucak aldığımız kozak yani olmamış fındıkları çeşmenin üzerinde oturup yerdik. Samet, Burhan, Yakup, Ali Osman'la patoz gibi fındık öğütürdük burada. Sonra çok küçük yaşlarda, belki beş altı yaşlarımda Musa Abimin beni çeşmenin üzerinden ittiğini hatırlıyorum. Ayağım burkulmuş eve topallaya topallaya gitmiştim. Çeşme bizim hayatımızda o zaman için küçük bir merkez gibiydi. Burada buluşur, sohbet eder, bazen çekirdek çoğu zaman da fındık yerdik. Oyunların sonunda suyundan kana kana içerdik.
Onun bazı inanışlara mevzu teşkil ettiğini de ifade edeyim. Deli deli hareketlerde bulunanlara "Saz'ın suyundan su mu içtin?" derler bizim buralarda. Efsane gibi bu suyun insanı biraz dellendirdiği söylenir. İtibar edilecek bir tarafı yoktur.
Demin suyun hayatımızda o küçük yaşlarda çok önemli bir yerinin olduğundan söz ettim. Bunu çok küçük yaşlarda gördüğüm bir rüya üzerine söylüyorum. Hatta öyle ki, bu rüya zihnimde bir düş gibi değil de bir gerçek olarak yer etmiş. Rüya şöyleydi:
Çeşmenin başında duruyoruz. Çeşmenin kapağı açık. Yukarıdan çeşmenin içine bakıyoruz. İçeride birkaç asker bir genci yaka paça tutmuşlar, bir yere götürüyorlar. Çocuk feryat figan. Yapmayın, etmeyin diye bağırıyor. Rüyayı bu kadar hatırlıyorum. Hikmet-i Huda, neye işaret ediyor, bilmiyorum.
Sonuçta Saz'ın Çeşmesi bizim, köydeki hayatımızın ve kültürümüzün bir parçası. Onun etrafında hatıralarımız, hikâyelerimiz, inanışlarımız hatta rüyalarımız var. Bunlar kaybolup gitmemeli. Bu yazıda bu vesileyle çeşmeye dâir anılarımın bazılarını kaydetmiş oldum.