Dün (6 Kasım 2022) Bolu Taşhan'a gittim. Özelde Bolu kültürünü genelde de Türkiye'nin kültür meselelerini kendine dert edinen hocalarımla görüşmek ve bu hususta kurulan Motif Anadolu Derneği'nin ilk toplantısını gerçekleştirmek için... Yanımda çocuklarım da vardı. Toplantı saatini beklerken aldığımız bir oyuncağın vidası için tornavida benzeri bir şey ararken Selahattin İkiz abinin yönlendirmesiyle onun hemen yanındaki Hüseyin Kandemir amcanın dükkanına girdik. O vesileyle derhal çok kıymetli bir muhabbet de başlamış oldu. Ayaküstü on dakika kadar süren bu kısa sohbette duyduğum değerli hatıraları bu yazıyla beraber buraya kaydetmek istiyorum.
Hüseyin Kandemir amcam Bolu'nun Mudurnu ilçesinden. Taşhan'da mütevazı bir dükkanda değerli takıların tamiriyle meşgul. Dükkândan içeri girdiğimizde zamanda yolculuk etmiş gibi oldum bir an. Dükkânlara asılan eski levhalar, eski takılar ve küçük bir radyoda çalan eski bir şarkı... Çok hızlı geçtiğini düşündüğüm zaman bu küçücük mekanda hafiften yavaşlar gibi oldu. Sonra duruldu ve ben Hüseyin Kandemir amcamın şahsında bu geçen zamanı derinden derine hissetmeye başladım.
Hüseyin Amca bana ilk önce 1953 yapımı, kendisine dedesinden intikal eden bir kurban bıçağı gösterdi. Aslında bu yatağan gibi bir şeydi. Eskiydi ve tarihi değeri yanında bir de hatırası vardı. Üstelik üzerinde onu yapan ustanın imzası, Osmanlıca bir not ve Hüseyin Amcanın beyitleme dediği mısralar bulunuyordu. Not şöyleydi: "Bu bıçağın üstadı Demiroğlu Mustafa yâdigârıdır." Bıçağın üzerindeki beyitleme ise şöyleydi: "Pehlivan isen nefsin ile eyle cengini / Kimseye dahletme her an gör kesdiğini"
Bıçak aslında bir sanat eseriydi. Öte yandan Mudurnu'nun yerlisi olan Hüseyin amcamız kendisinden ve ailesinden söz etmeye başlamıştı. Annesinin babasının adı Salih Efendi imiş. Çok genç bir yaşta arıcılıkla uğraştığı evinin balkonunda çürük bir tahtaya basması sonucu düşmüş ve beyin kanamasından rahmetli olmuş. Salih Efendi, Mudurnu Yıldırım Bayazıt Camii imamı imiş. Aynı zamanda Mudurnu'daki saat kulesiyle meşgul olurmuş. Hayrettin Kandemir amca küçük yaşlarda evin tavan arasında oynarken direksiyon benzeri ve ceviz ağacından yapılmış mahfazaların olduğunu, bunlarla o zamanlar oynadıklarını söyledi. Bunlar saat kulesindeki çarkların kalıplarıymış. Çarklar eskidiği vakit bu kalıplar sayesinde yenileri dökülürmüş.
Salih Efendi, vefat edince Hüseyin Amcanın anneannesi üç çocukla ortada kalmış. Evin avlusu genişmiş. Orada yetiştirdiği sebzeleri pazarda satıp geçimini temin yoluna gitmiş. Elbette çok zorlanmış. Bir gün pazarda bu ürünleri satarken görevli gelmiş ve kıyafet inkılabının olduğunu, mont benzeri bir şey giymesi gerektiğini, dışarıya o kıyafetlerle çıkamayacağını söylemiş. Teyzemiz ağlayarak eve gelmiş. Onun bu hâlini gören konu komşu durumu sormuş. O da olan biteni anlatmış. Gelenler duvarda merhum Salih Hoca'nın cübbesini görünce "Teyze, demişler, onların mont dediği şöyle bir şey. Al bunu giy demişler." Teyzemiz bu cübbeyi elinin marifetiyle o zamanlar giyilebilecek bir hâle döndürmüş. Neticede üç çocuğunu büyütmüş. Ömrünün son üç yılını vefat eden eşi münasebetiyle kendisine bağlanan maaşı sayesinde çok mutlu ve huzurlu yaşamış.
Hüseyin Kandemir amcam kendisine ailesinden intikal eden şöyle bir hatıra da nakketti:
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk, Filibeli Hoca başta olmak üzere Mudurnulu yirmi hocayı Ankara'ya davet etmiş. Kıyafet inkılabının yapılacağı seneler... Otururken başındaki şapkayı çıkarıp Filibeli Hoca'nın başına geçirmiş. Sarığının yerine başında bir şapka duran ve şaşıran Filibeli Hoca'ya "Söyle şimdi Filibeli Hoca, sen Bolşevik oldun mu?" diye takılmış ve böylece yapacağı inkılaplarda onlardan destek beklediğini anlatmak istemiş.
O sırada dükkanda bulunan yine Mudurnulu olan Durmuş Amca da Kurtuluş Savaşı'yla ilgili dedesinden intikal eden şöyle bir hatırayı anlattı. Rusya'dan gemilerle toplar geliyor. Ancak bunları cepheye ulaştırmak için vasıta yok. Durmuş amcanın dedesi ve yanındaki birkaç kişi Mudurnu'nun Çepni köyünde hazırlanan yirmi üç öküz arabasıyla gece gündüz uğraşarak bu topların cepheye ulaşmasını sağlamışlar. Bu toplar bu şekilde cepheye taşınmış.
Bu kısa muhabbetin özü ve benim de yüreğimden duyduğum şey şuydu: Bu vatan kolay kazanılmadı. Elimizde bir devletimiz var. Taşhan'daki bu kısa sohbet bile devletimizin hangi imkânlarla ve nasıl güçlüklerle kurulduğunu yeterince izah ediyor. Taşhan'daki sohbetin tadı damağımda kaldı. Dükkanını pazar günü bile açtığını söyleyen Hüseyin amcamı en yakın zamanda yeniden ziyaret etmeliyim.