İnsanların bir mecaz cehenneminde yaşadığını gösteren durumlardan birisi durmaksızın bir şeyler biriktirmek istemesidir. Biriktirmemiz gerekenler para, eşya, elbise, evler değil; huzur, sevinç, diğergâmlık, idrak yüceliği ve anlayıştır.
Bu dünyaya yaşamaktan lezzet almaya, idrakimizi derinleştirmeye geldik, mal yığmaya değil... Hayatı boyunca eşya yığan, para biriktiren biri öldüğü vakit maksadına erişmemiş ve belki de yaşanmış bir hayattan başka geriye bir şey bırakmıyor. Şüphesiz bu da bir insanlık tecrübesidir. Fakat bir yerde bunlar insan hayatında çok önemli olan mânevî derinliğin yaşanmaması, görmezden gelinmesi anlamına gelir.
Eşyayı ve parayı biriktirmek hayatı kaçırmak demek olduğuna göre bunlar yüzünden elimizden kayıp giden şey duygusal derinliğimiz ve yaşama zevkimizdir. İnsan güzel hatıralar, içli bir huzur hâliyle yükselir. Fakat zevkimizi perişan eden, bizi hep dışarıya sevk eden ve modern zannedilen bu hayat insanı yormaktan öteye gidemiyor. Yine insanın iç huzurunun önemi bir yerde bu yorgunluk sayesinde anlaşılıyor.
İnsanın içe dönük yaşayışı aslında bunun insana hâkim bir duygu olduğunu gösteriyor bize. Yani tefekkürün, insanî değerlerin, iyiliğin ve güzelliğin yükselttiği insana ihtiyacımız var yeniden ve her dâim.
Maddî şeylerin ebedi gibi görünmesi yanılsamadan başka bir şey değil. Elinden kayıp gidecek şeylere bunca sarılmak yerine onlardan kendisine kalacak olan duyguya önem vermesi, ânı bir şükür duygusu hâlinde yaşaması hayatın insandan beklediği şey olmalıdır.
Maddeye, eşyaya, paraya pula düşkün günümüz insanı bir aldanış biriktirmekten başka bir şey yapamıyor. Yaşlandığı vakit onda hep bir hayal kırıklığı hâkim olacaktır elbette. Şu kısacık hayat bunca kedere değer mi? Öyleyse biriktireceksek hep güzel duygular biriktirelim. Sevgi gibi, merhamet gibi, derin bir neşe gibi... Elbette bunu elimizdeki şeylerin bir gün bizden alınacağını düşünerek yapalım.