"Dağda gez belde gez, insafı elden bırakma!" diye bir atasözümüz var. Bu söz, tek başına insanın doğadaki yürüyüşlerinin hangi hâl içinde olması gerektiğini bir hüküm hâlinde tespit etmiştir. Bu sözün de insana telkin ettiği hikmet üzere yürüyüş insaf dairesi içerisinde olmalıdır. Yürüdüğümüz yerlerde hayat sahibi yüzlerce varlık, bitki ve hayvan bulunmaktadır. Elverir ki yürüdüğümüz yolda bir karınca yuvası olabilir. Baharın neşesini duymak üzere başını mavi göklere uzatan bir çiçek güne yeni merhaba demiş olabilir. Daha bir sürü güzelim canlı o tabiatın sonsuz neşesini duymak üzere yaşama tutunmuştur yürüdüğümüz yolda. Yürüyüşte hedeflenen o derin iç huzuruna erebilmek için yaşayanlara derin bir hürmet duygusu duymak gerekir. Yürüyen kişi unutmamalıdır ki, evrende cansız hiçbir şey yoktur. Taşlar, kayalar dâhil...
Kadim bilgelik metinlerinde yaşamın bir bütün olduğu ve kozmik sistemin canlı olduğu önemle üzerinde durulan hususların başında gelir. Şimdi bu bilgiyi dikkate alarak daha alt yaşam formlarından insana kısaca bakalım. Tabiat, kendisine göre bir üst bilinç olan insanda kendi ihtişamını izlemekte, insan da geldiği yeri onda müşahede etmektedir. Tabiatın bütün unsurları insanda birikirken insan ve doğanın bütünleşmesi bilinç seviyesinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla yürüyüş zaten var olan bir bütünlüğü organik olarak yeniden duymak ve yaşamak demektir. Böyle bir bilinç hâlinde insan doğaya yönelttiği ilginin ve sevginin aslında kendisine olduğunu fark eder. O, çevreye zarar vermek şöyle dursun varoluşu için gösterdiği özeni ve dikkati doğaya, ağaçlara, çiçeklere göstermeye başlar. Yani atasözündeki hikmete uygun olarak etrafına "insaf" nazarıyla yönelir bu insan. Yürümenin, insanın kendinden kendine olan seferini en iyi ifade eden hâllerden biri olmasının temelinde böyle bir durum yatar.