Yürüdüğümüz yolun içimize kıvrılması şaşılası bir şeydir. Bilinen o altı yön bizi kuşatmış olsa da düşündükçe ve hayal ettikçe biz özümüze yani yedinci bir yöne doğru yürümeye başlarız. Bu, yolun ve insanın zenginliğidir. Her ikisi de karşılıklı bir etkileşim içinde birbirini zenginleştirir. Yürüdüğümüz yol iç âlemin seyredildiği bir istikamet hâline gelir. Baktığımızda dışarıdaki şeyleri değil de içimizde biriken duyguyu, düşünceyi ve hayalleri görmemiz bundandır.
Aslında bu normaldir. Çünkü insan madde ile mânâ arasında bir köprüdür. Özümüze yöneldiğimizde bunu pekala duymak mümkündür. Yürüdüğümüz yol bunu, hiçbir ısrara gerek duymadan yağmurun toprağa sinmesi gibi ruhunuza fısıldar durur.
Maddeden aldıklarını mânâya intikal ettiren bir geçiş yeridir bu insan. Bunu yollarda yürürken daha net duyarız. Yollar bize kelimelerle ifade edilemeyen şeyler söyler. Özümüzü türlü güzellikler ve sürprizlerle besler. Dikkatimizi hem doğaya hem de içimize sevk eder. Bu ruhu oldukça besleyici bir hâldir. Bana kalırsa yolda olmak, yollarda yürümek bir ibadet hâline sevk eder insanı. Çünkü durmaksızın düşünür ve hayal ederiz.
Bedenimiz, biz yürüdükçe tefekkürün yoğun bir şekilde duyulduğu bir mabed hâlini alır. Biz yollarda yürürken böylece yükseliriz. Tadına doyum olmaz hâller yaşarız belki. Kadim öğretilerde bedenin ısrarla neden bir mabed kabul edildiğini giderek daha derinden anlamaya başlarız.
Bedenin yolda olması ruhun yolculuğunu duyması anlamına gelir. Beden yürüdükçe ruha aslî hâllerini vevgüzellikleri hatırlatır. Bu yüzden yürüyen insanda bir huzur hâli ortaya çıkar. Aslında bu ihmal ettiğimiz bir iç âlemin uyanışı ve onun yükselişi demektir. Bunlar yaşanır belki ama pek de ifade edilmez. Bence buna gerek de yoktur. Fakat yollar bizi kendine davet ettiğinde bunun özümüzün bir talebi olduğunu bilmek gerekir. Hele yönümüzü içe döndüysek her şey bizde mânâ hâline gelmeyi isteyen birer dost oluverir. Böyle zamanlar insan yollarda olmayı karşı konulmaz bir arzu olarak kendinde bulur.