Ulusu'yun yanına geldim. Yine bir başımayım. Söz yok, konuşmak yok. Bununla beraber her şey var. Arada böyle silik bir nesne olmayı seviyorum galiba. Konuşurken yok olmaktan ziyade susarken var olmayı seçiyorum.
Şu tabiat köşesinde silik bir nesne olmayı sevdiğimi söyledim demin. Peki bunun yanında susarken var olmak nasıl bir şey oluyor?
Sessiz kaldığımız vakit sanırım insanın kendiliği açığa çıkıyor. Üzerine bastığım ottan, kokladığım çiçekten, akıp giden sudan, heybetli dağlardan ve yemyeşil ormanlardan gelen hislerle doluyor, âdeta tabiatın kendisi oluyorum. Arada ayrılık gayrılık gibi şeyler giderek uzaklaşıyor benden. Ulusu her ne ise ben de o oluyorum. Âdeta kendimi yaşamı var eden kuvvete bırakıyorum.
Bir arıyı var eden kuvveti düşünüyorum. Ağaçla duygudaş oluyorum. Bir kuş kadar hafif süzülüyorum türlü mânâlara. Yeri ve göğü dinliyorum. Onların söyledikleri insanların sözleri gibi gönül yormuyor. Toprağa sinen yağmurlar gibi hayat veriyor kalbimize. Her mânâ yüzümü okşayan rüzgâr gibi dokunaklı, yeşil bir ağaç gibi doğal ve toprak gibi bereketli... Bir başkasına bir şey ifade etmeden konuşup anlaşmak gibi keyifli.
Kelimelere mahkûm olmadan bunca anlamı duymak güzel Ulusu'yun yanı başında. Burada sadece bu güzel tabiatı değil kendimi de dinliyorum.