Bir yere yetişmeye çalışmıyorum. Kendimi anlamaya yöneliyorum her hâlimle artık. Hareketin ve yaşamanın özüne zarar veren acele duygusu bana göre değil. Hayatı ve kelimeleri önce özümde var etmeye çalışıyorum. Yapmayı sevdiğim şeyler ve hislerim dışarıdan görünmese de olur. Hatta görünmeseler ama bende var olsalar ne iyi olur! Bir kıyıya oturup saatlerce denizi ve ufku seyretmenin önemine inanıyorum. Bunun belki hayatî bir şey olduğunu da seziyorum. Ormanların ve kuşların hayata çok derin anlamlar kattığına inanıyorum. Böylece onlara bütün gönlümle yöneliyorum. Onlara inanarak önce kendimde var ediyorum hepsini. Yanlarında olmasam bile güzelliklerini kalbimde hissediyorum.
Severek ve inanarak var ettiğimiz şeyler zaten bizdedir, bizimdir. İnanmanın önemi de burada değil mi zaten! İnandığımız şeyler bizde var oluyorsa bunun diğer adı iman olmuyor mu? Öyleyse görmek veya beş duyu organıyla algılamak var olmak, var etmek için yetmiyor. Bunun için sevmek ve inanmak da gerekiyor. Severek var etmenin, var olmanın en üst hâli olduğuna inanıyorum. Nefretin ve yok saymanın ise en yüksek perdede yıkmak olduğuna... Bu yüzden sizinle ilgiyi kesmiş kişilerden uzaklaşırsınız. Çünkü o kişide yoksunuz. Sevdiklerinize ve sizi seven kimselere kavuşmayı bütün benliğinizle istersiniz. Çünkü ebediyyen var olabilmeyi o sevgide izlersiniz.
Sevgi aceleye gelmez. Sevgi birden ortaya çıkabilirse de o zamanla oluşur. Tıpkı yaratılış gibi... Bir çiçeği sular gibi onu hassasiyetle büyütmek, onunla ilgilenmek gerekir. Hayatın, var olmanın sevmeyle kurduğu derin ilgiyi burada buluyorum. O yüzden acele etmeden, severek ve tadına vararak yaşamak gerekir bu hayatı. Sevmediğimiz, inanmadığımız, aceleye getirdiğimiz hiçbir şey var olmuyor çünkü. Bu dünyada bir çöp tanesinin bile muhabbetle temellenmiş öyle kuvvetli bağları var ki, onun ne yapılırsa yapılsın yok edilemeyişi bundandır. Yaratıcı her şeyi sevgiyle var ederken onu da çok derin bağlarla kendine bağlamıştır. Severek kendini bize açan bu dünya için başka ne düşünülebilir!