İnsan yediği lokmadan manevî lezzet almalı. Yediğimiz, kuru ekmek veya mükellef bir sofrayı dolduran lezzetli yemekler olabilir. Fakat insan yediği lokmayla önce gönlünü doyurmuyorsa onun karnının doymasının belki hiçbir kıymeti yoktur.
Yediğimiz lokma bir kere hayatımıza dâhil olacak. Yaptığımız işe, hissettiğimiz bir duyguya, zihnimizdeki düşünceye dönüşecek. Nasıl olur da insan hayatının mayası demek olan yemeğe, suya muhabbetsiz, sevgisiz bir hâl ile yönelebilir. Öncelikle yediğimiz yemek, içtiğimiz su rızkımızdır. Ömrümüz, aldığımız nefes, hayattaki her türden nimet de öyle.
Öyleyse yediğimiz yemeği tadına vararak, şükrünü eda ederek yemek onu hayatımıza muhabbetle dâhil etmek demektir. Aksi hâlde yediğimiz abur cuburlar ve fast food türü şeyler yüzünden hayat hiçbir derinliği olmadan yaşanıp gidiyor günümüzde. Bu türden sağlıksız yiyecekler gibi hayatımız da özünde sevgi, saygı, gelişme olmayan bir abur cuburlar yığınına dönüşüyor.
Bir insanın yediği her lokmayı nasıl yediğini anlamak istiyorsanız yaptığı işe bakın. Konuşurken, çalışırken, yazarken aşkla mı yoksa bir nefret hissiyle mi hareket ediyor? Yaşadığı hayatı bir doyum hissiyle mi yaşıyor? Bütün bunlar insanın beslendiği gıdanın onun hayatına öyle veya böyle yansımasından başka bir şey değildir. Yediğimiz, içtiğimiz maddî gıdalar mânevî hâllere, bir insan hayatını kuran enerjiye dönüşürken elbette aldığımız gıdanın hâliyle hâllenmektedir.
Öyleyse her lokmayı aşkla, muhabbetle, sevgiyle yapmanın ve yine öyle yemenin insan hayatı açısından ihmal edilemez bir değeri vardır. Belki kederli bir hayatı muhabbetle yenen bir rızıkla derin ve verimli yaşamak mümkündür. Neşeli bir hayatı ise muhabbetsiz yenen bir yemek elbette perişan edebilir. O hâlde insan yemek ve içmek deyip de geçmemeli. Mutlu ve keyifli bir hayatın harcı elbette yediğimiz yemek, içtiğimiz aziz sudur.