Şu ormanların daveti nasıl da gür oluyor. Orman el değmemiş derin bir yaşamın kaynağı olduğunu zihnini ve kalbini kendi akışına bırakan bir insana sessiz ve sözsüz anlatıveriyor. Hayat bir çağlayan gibi ormanlarım üzerinde akıp gidiyor. Yaşamın bu tertemiz ve doğal döngüsü ormanla beraber bir anlama bürünüyor.
Yaşamı son bulan şeyler burada kaybolmuyor. Orman onları yeni bir yaşam için kendinde biriktiriyor. Yok etmeden dönüştürüyor her şeyi. Yaşlanan ve kuruyan araçları daha canlı bir hayatiyetle var ediyor. Orman böylece o sonsuz canlılığı yüce bir âhenk eşliğinde gün yüzüne çıkarıyor.
Böyle bir hâle büründüğünü kabul ettiğini düşündüğümüzde ormanlar yaşamı onarıcı rol üstlenir insanda. Yıkılan şeyleri, açılan boşluğu yeniden var ederken insan onlara hayran olur. Bu hayranlık bir sevgi çağlayanı hâlinde ormanın içinde insanın gönlüne dolar. Orman bundan hayli sevinç duyar. Bir tehdit unsuru olmadıkça orman insanı bekleyen mânevî bir mekândır. Yapayalnız birine ormanda yürümek, ağaçları dinlemek ve orada bir müddet sessiz kalmak kuruyan damarlara can gelmesi, gönlün neşesini bulması, içimizdeki yaraların bir dermana erişmesidir.
Ormanla aramızdaki bağı kaybettiğimiz bir devirde onlar büyük bir kıymetbilirlikle insana dostluğunu ve kardeşliğini yeniden hatırlatırlar. İnsanlığa hayran diğer türden canlılar gibi ormanlar da merhamet ve sevgi dolu bir gönlün kıymetine inanırlar. Yoksa bir insan geldiği vakit bu kadar neşeli olup gönül dolusu hayatiyeti bize hissettirirler miydi?
Ormanı sevmek, orada bir müddet kalıp tefekkür etmek insanın kadim köklerini hatırlayan çok tatlı ve derin bir hâldir. Yeniden ve zaman zaman ormanlara dönüp onlarla beraber yaşadığımız kadim güzellikleri, ağaçlardan insana gelecek hisleri yeniden hatırlamak gerekir. Biz ormanın davetini bir an hissetsek sanırım bu bize yeter.