Anadolu irfanını hâlâ temsil eden beldeler, şehirler; tarih içinde kendilerine yüklenen vazifeyi en güzel bir şekilde yerine getirmiş âriflerin yetişdiği ve yaşadığı toprakları ifade eder. İrfan, bize yeniden diriliş ruhu kazandıracak, bizi tarihte kazandığımız kimliğe yeniden ve sağlam bir şekilde kavuşturacak bilginin adıdır. İrfan, âriflerin elinde koca bir medeniyet hamlesine dönüşen bilgi demektir. İnsanı içten içe pişireni onu mevcuda ve onu icad edene âşinâ kılan bir bilgidir bu. Dolayısıyla yeni dirilişin kodları da onda gizlidir. Ülkemizin her alanda yapacağı hamleler ancak böyle mümkün olabilecektir.
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı kültürel çölleşme, eğitimde bir türlü hamle hâline geçilemeyişi, yetiştirilmesi gereken fakat bununla beraber dünyadaki değişimler karşısında hep ziyan edilegelen insan hazinesinin önünde yapılması gerekenler kültürel zenginliğe yaslanıp kadim kodları yeniden harekete geçirmeye çalışmak olmalıdır. İşte burada irfan havzalarının önemi de ortaya çıkmaktadır.
“İrfan havzaları” tabirini Türkiye’de ilk defa kullanan sanırım Mustafa Tatcı hocadır. Mustafa hocanın üzerinde durduğu “irfan havzalarının uyandırılması” konusuna burada daha derin ve geniş çaplı olarak temas etmeye çalışalım:
Mustafa Hoca bu konu üzerinde hassasiyetle ve ciddiyetle durdu ve bir ömrü bunun için sarf etti. Devletin çok önemli kurumlarına bu hususta raporlar verdi. Konferanslarında ve katıldığı TV programlarında bu havzaların yeniden faaliyet göstermesi gerektiğini vurguladı. Buradaki maksat Anadolu’nun her biri mektep özelliği kazanmış merkezlerinin yeniden uyanışına bir zemin bulmak ve zaten kendisi bir merkez karakterinde olan kadim medeniyetlerin, bilgeliğin merkezi olan Anadolu’yu yeniden bu hüviyetine kavuşturmaktır.
Aslında Mustafa Tatcı hocanın doğup büyüdüğü Kızılcabölük’ün de bir irfan havzası olduğu rahatlıkla söylenebilir. Âşıkların ve âriflerin yurdu bu kadim diyar, gözlerden ırak, kozasını ören kelebekler misali dünyaya âdetâ aşk ve muhabbet dağıtmış, birçok erenin, evliyanın yetişmesinde bir irfan ocağı fonksiyonu üstlenmiştir. Bunu da yetiştirdiği gönül ve hizmet ehli erenlerle yapmayı başarmıştır. Hiç şüphesiz yetiştirdiği en önemli ârif ve âşıklardan birisi Mustafa Tatcı’dır.
Elmalı, Kastamonu, Safranbolu, İstanbul, Üsküdar, Eyüp, Fatih, Bursa, Beypazarı, Göynük, Uşak, Kütahya, Kastamonu, Manisa, Denizli, Bolu, Erzurum, Tire ve bazı Balkan ve Rumeli şehirleri gibi kültür havzalarının yanına bu açıdan Kızılcabölük’ü eklemede hiçbir beis yoktur. Türkiye güçlendikçe bu havzaların kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bu havzalar sadece Türkiye ile sınırlı değildir elbette. Balkanlar'da da Türk irfanını ve kültürünü yücelten ve birçok şahsiyeti yetiştiren Prizren, Priştine, Kosava, Bosna Hersek gibi kültür merkezleri bulunmaktadır. Aslında bu perspektiften bakıldığında Türkler fethettikleri şehirleri sanatın, edebiyatın, irfanın, kültürün merkezi hâline getirerek oralara vatan mührünü vurmuşlardı. Kendilerinde en aziz Türk büyüklerinin yetiştiği, fakat günümüzde bizim elimizde olmayan şehirler hâlen Türklerin vatanıdır ve bu diyârlar boynu bükük yetimler ve öksüzler gibi hâlâ bizi beklemektedirler.
Böylece biz, bu kültür ve irfan havzalarının sadece belli başlı yerlerle sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Meselâ İstanbul’da birden fazla havzanın var olduğunu yine Mustafa Tatcı Hoca TRT’de konuk olduğu Muhabbetnâğme programında ifade etmişti. Bunların bir kısmı günümüze kadar gelmiştir. Hocaya göre Aziz Mahmud Hüdâyî’yi yetiştiren ortam günümüzde de devam etmektedir.
Bunlar içerisinde Kastamonu, Halvetîliğin Şabaniye kolunun kurucusu Şeyh Şaban-ı Veli (k. s.) hazretlerinin ihya ettiği bir beldedir. Bu havzada yetişen erenler İstanbul-Eskişehir-Uşak hattında devam eden, hatta Afrika’ya da yayılan muazzam bir irfânî geleneğin meşalesini tutuşturmuşlardır. Bunların hepsi de aşk ve gönül adamı olarak bu havzaları canlandırmışlardır.
Eroğlu Nûrî gibi bir zât-ı şerifin Antalya’nın bir köyünde kabri bulunduğu hâlde aşağıdaki mısraları söylemesi bu irfan havzalarının gücüyle birlikte düşünülmelidir:
Füsûs ile Fütûhat
İkisi âb-ı hayat
Mustafa Tatcı hocanın bu konudaki gayreti havzaların uyandırılması ve böylece susuz gönüllere buralardan yeniden aşk dağıtılmasıyla ilgilidir. Tabii önemli olan bununla ilgili müsait ortamların teşekkülüdür. Bunun için evlere ve insanların gönüllerine irfan adamlarının tecrübelerini ve eserlerini sokmamız gerekmektedir. Sloganlaştırmadan, okuyarak ve özümseyerek devlet adamlarımızın, yöneticilerimizin ve belediye başkanlarımızın bu irfan havzalarında yetişen şahsiyetlere sahip çıkması gerekir.
Bu irfan havzalarının başında Elmalı gelmektedir. İki dağın arasında küçücük bir belde olan Elmalı tarihimize, edebiyatımıza ve kültürümüze damgasını vurmuş büyük ârifler ve âşıklar yetiştirmiştir. Bu yönüyle ele alınmayı hak eden, üzerinde kafa ve gönül yormamız lazım gelen yerlerden birisidir. Elmalı Vâhib Ümmî, Sinân Ümmî, Niyâzî- Mısrî’nin ve daha nice erenin yaşadığı, yetiştiği bir diyar olması hasebiyle hep dikkat çekmiştir. Dolayısıyla burayı merkez hâline geitren ruhun, mânânın ve eren mirasının yeniden gündeme getirilmesi, hep arayış hâlinde olan çağın insanının bu mevzu üzerinde düşünmesinin sağlanması gerekir. Beldelerimizi, şehirlerimizi buralardaki irfanî ve kültürel birikimi görüp anlayabilecek ehil yöneticelere teslim ederek millî kültürün, irfanî hayatının yeniden yükselmesi yoluna gidilmeli, şehirlerimiz dolayısıyla gönüllerimiz yeniden aşk ve bilgiyle hayat bulmalıdır. Elmalı bunun için çok iyi bir başlangıç ve örnek olabilir. Mustafa Tatcı hocanın ortaya koyduğu birikim ve adeta iğneyle kuyu kazarcasına Elmalı’nın sahip olduğu değerleri ve erenleri konu edinen çalışmaları elbette irfan havzası olarak Elmalı’nın yeniden ele alınmasına büyük imkân sunacaktır.