Yağmur geceye karışıyor. Yapraklardan dökülen damlalar ise tıpır tıpır... Karanlık uzuyor. Köyün solgun ışıkları geceye iğreti bir şekilde müdahale ediyorlar. Sokak lambalarının şu belli belirsiz dokunuşları geceyi yolların hemen yanında durdurmuşa benziyor.
Gecede bütün anlamları derinden duyan ruhun yalnızlığını da hissetmek gerekir. Gecede yalnız ve sessiz kalmak gecenin üslubuna bürünmek demektir. Akşam vakitlerinin harfsiz, sözsüz, kelâmsız lisanı gönle bir mânâ olarak doluyor. Gece gönülde büyüyor.
Ne kadar engin şu karanlık! Gece ne kadar siyah! Yağmur gecede uyuyan o bir sürü manâyı da uyandırıyor. Karanlık eşyanın ve mekânın olduğu kadar uyuyan hatıraların da üzerine çökmüş gibi... Yalnız gecede uyuyan şeyler çok belirgin bir hâl alıyor. Cümle yaşanmışlıklar uyanıyor birer birer. Her taşın altında bilinmeyen bir hatıra kımıldanıyor karanlıkta. Geceye doğru uzanırken insan, gönül de hatıraları sezmeden edemiyor.
Gün içindeki mekânlar gecede hep bir şahsiyet olarak karşıma çıkıyor. Gece yağmurun tıpırtıları arasında konuşuyor biteviye. Elbette çok şeyler söylüyor da bu uğultudan geriye birkaç cümle ve kelimelere bürünmekten imtina eden anlamlar kalıyor sadece.
Yağmur yağıyor. Sesler geceye karışıyor. Yorgun hatıralar uyanıyor gecede. Köy bütün bir mazi olup çıkıyor şu akşam vakti. Elbette yoruluyor dimağım. Sessiz ve sade bütün anlamlar bir bir diriliyor. Gecede köy onu duyabildiğim bir lisan oluyor. Sessiz fakat derin... Çok dolu ama yumuşak... Gece söylüyor bense dinliyorum. Geceyi anlıyorum. Onun bana söylediklerini, hatıraların görünür oluşundan anlıyorum. Bu yüzden de geceyi seviyorum.