Çatışan insanların -eğer araya vicdan ve muhakeme girmezse- birbiriyle anlaşabildikleri görülebilmiş bir şey değildir. Çünkü tartışan ve birbirine bağıran insanlar aynı dili konuşsalar bile birbirlerinden fersah fersah uzakta bulunurlar. Bunu karşı karşıya olsalar da söylemek istediklerini birbirlerine duyuramamalarından anlarız.
Tam da burada aynı dili konuşmanın iletişimde tek başına pek de yeterli olmadığını anlamış oluruz. Anlaşmak için temel şart niyetler ve duygulardır. Niyeti karşısındakini ilzam etmek ve küçük düşürmek olan biri muhatabın hangi sözünü anlayabilir, akıl ve vicdan süzgecinden geçirebilir? Hiçbirini değil mi! Aslında akıl sahibi birisi böyle bir durumda hemen konuşmayı keser ve susar. Çünkü çatışmak isteyen birisine verilecek en iyi cevap susmaktır. O kişiyi çatışma duyguları ve niyetiyle baş başa bırakmaktır bu. O kimse ya vicdanıyla ve aklıyla bu durumu muhakeme edip içinde bulunduğu müşkül durumu kavrayacak ya da kendi karanlığında kaybolacaktır.
Öyleyse insanlara bir lisan öğretmekten önce verilmesi gereken şey merhamet, saygı ve başka bir insanı anlayabilme hissidir. Geliştirilmesi gerekenler bunlardır. Çok şey bilmenin yüksek insanlık hâlleri demek olmadığını mevcut konuşanlar, daima birbirine bağıranlar, haykıranlar, tartışanlar bize defalarca kez anlattılar. Anlaşmak için bilgi gerekmez, anlayış ve bir insanı olduğu gibi kabullenmek gerekir.
Birine bir şey anlatmak isteyen, bunun için çatışmaya giren bir insan savunduğu şeyi kendisinin de bilmediğini hâliyle itiraf etmiş olur. Gerçek bilgi insanın kendisini ve çevresini derin bir şekilde kabulüyle ilgilidir. Bildiğini yaşayan ve bilginin kendisi olan kimseler neyi neden anlatmak isterler ki? Çünkü herkes yaşaması gerekeni yaşar ve bilmesi gerekeni muhakkak bir gün bilir. Bunu böyle bildikten sonra üstümüze vazife olmadığı hâlde birisine laf anlatmak insanı tanımayışın ifadesinden başka bir şey değildir.