Şu konuşmalar yoruyor beni. Günlük dilimizin ve her gün konuştuklarımızın içerisinde neden biraz olsun hakikat kırıntısı olmaz? Daima maddeden yana dökülen bu lisan nehri zamanın derinliklerinde kaybolup gitmiyor mu?
Konuşmalarımız ruhumuzu, gönlümüzü, kalbimizi beslemiyor pek çok zaman. Manâsız ve ruhsuz sözler ruhumuzu yoruyor. Çünkü hakikati söyleyen, onun iştiyakıyla yanıp tutuşan yürekler azdan az... Sözler içimizin karmaşasını, talep ettiğimiz şeyler karşısında ruhun ıstırabını dile getirmekten öteye gidemiyor. Sesler, sözler pervasızca zihne doluyor ve bizi meşgul ediyor. Bunun önüne geçmeyi istemek de yalnızlığın tercihini bir yerde zorunlu kılıyor.
Zihni ve kalbi böyle dinlendirmenin yoluna gitmeli insan. Pervasız ve sadece bu dünyanın endişesiyle dolu sözlerden kendini sakınmalı. Daima zihninin ve gönlünün temiz, berrrak, sakin kalmasına çalışmalı. Hayatta en lüzumlu şeyin bu olduğunu uzun uzun izaha gerek yok. Çünkü maddî ve mânevî bütün hayatımız buna göre şekilleniyor. Bundan dolayı bu hayatta kendini sakınmanın vazgeçilmez bir erdem olduğunu düşünüyorum. Bu elbette muhatabımızı ilzam etmeyi, onu hor ve hakir görmeyi gerektirmiyor. İnsanları üzmeden yapılan yalnızlık tercihinin gönül besleyen bir imkân olduğu ortadadır.
Öte yandan biz de konuşurken insanı mânevî olarak besleyen cümleler kurmaya özen göstermeliyiz. Muhatabımızdan beklediğimizi önce biz onlara verebilmeliyiz. Böylece bizden başlayan bir tesirle sözlerin, muhabbetlerin özü biraz olsun değişebilir ve belki duyduğumuz veya duymak istediğimiz sözler bundan böyle biraz bile olsa birer mânevî gıda hâline gelebilir.