İnsanları, en iyi dipteyken tanırız. En hüzünlü, en yıkık, en üzgün hâlimizde insanlar kişiliğini daha çok belli eder. Ünlü veya zengin biri insanları tanıyamaz. Çünkü bulundukları yaşam şartları insanı tanımaya müsait değildir. Makamlarda oturanlar da insanları tanıyamaz. İnsanlar, dünya şartlarında tepede duranlara gerçek yüzlerini göstermezler.
İnsanları tanımak zordur. İnsanın kendini tanıması, kendini bilmesi daha da zordur. İnsan kendisini, bir kayıp yaşadığında, yalnız kaldığında, başkalarının yüzleri kendisine duvar gibi olduğunda tanır. Kendimizi tanımamız için de bazen üzülmemiz gerekir. Hüzün, insanın duygusal bir zemine kavuştuğu bir hâli ifade eder.
Dünya ve insanlar bize gerçek yüzlerini biz en diplerdeyken, yapayalnızken gösterir. Normal bir hayat yaşayıp da insanları tanıdım, diyen aldanmıştır. Bu anlamda dünya, bize bildiklerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini söyleyip durmaktadır.
Diğer insanları tanımak kendimizi tanımakla mümkündür. Kendinizi ne kadar bilirseniz diğerlerini de o kadar tanırsınız. Beklentileriniz, bilgileriniz, hayatınız, görgünüz, ahlakınız, manevi dünyanız, düşünce âleminiz, duygu durumunuz insanları tanımada veya tanıyamamada son derece önemlidir. Gösteriş düşkünü birisi insanları tanıyamaz. Beklentilerini çok önde tutan ve başkalarının ne dediğine çok önem veren kimseler de insanları tanıyamaz. Dahası, böyleleri kendileri olmaya vakit bile bulamaz. Kendisi olamayan başkalarını ne kadar tanıyabilir ki!
İnsanı tanımak zordur. Kendimizi tanımamız daha da zordur. “Tanıdım, bildim” diye kolay aldanıyor. Kendimize bir bakalım. Biz neyi talep etmekteyiz, neyi istiyoruz, yapabileceklerimiz neler?
Eğer hayatımız ve beklentilerimiz bir zemine sahipse insanlar hakkında bildiklerimizi daha az gözden geçireceğimizi düşünüyorum.