İnsanın sessizliğe, maneviyata, güzelliğe, tabiata, ağaca, yeşile, muhabbete, sadakate ihtiyacı var. Şu dur durak bilmeden dört bir yanımızı dolduran seslerden, suni ilişkilerden, kalabalıklardan ötürü artık ruhumuz iyiden iyiye tedirgin oldu.
Bu hayatta fark ettiğim en önemli şeylerden birisi şehirdeki insanların sessizlik ve sakinlik aradığıdır. Rüzgârın önündeki bir yaprak gibi savrulan bu insan ne kadar yalnız, ne kadar tedirgindir! İhmal ettiğimiz samimiyet, sevgi, saygı, aile ve dostluk bağlarının bizlere olan zararı bir kâbus gibi üzerimize geliyor. Ekonomik çarkın işlemesi için kurulan şehirler ve insanı manâdan alıp daima maddeye ve korkuya mahkûm eden medya insanları her geçen gün daha çok yoruyor, yalnızlaştırıyor.
Hiçbir toplum insanı böylesine pasivize eden, yoran, sıkan ve sıkıştıran bir sitemi kaldıramaz. Toplum hayatı ve şehirler bir ceza gibi üzerimize gelmemeli. İnsan bunlardan kaçmak için sebepler aramamalı kendine. Şehirlerde insanı mutlu edecek imkanlar da olmalı. Toplum maneviyattan yana beslenmeli, desteklenmeli. Yoksa öylesine hassas, öylesine narin şu kalbimiz, gönlümüz ve ruhumuz bizi daima yaralayan hâlleri sonuna kadar kaldırmayacaktır.
İnsanî ve manevî değerleri sürekli çiğnemek bir toplum için intihardan farksızdır. Yığınla insanın bir arada yaşadığı şehirlerde artık manevi kültür yaşanmıyor ve değer üretilmiyor. Aksine bunlar pervasızca tüketiliyor.
Pek de ümitsiz olmaya gerek yok ama bir şeyler yapmalı. İnsanı ve toplumu yeniden manevi zenginliğine kavuşturmalı. Çünkü insanın buna ihtiyacı var.