İnsan niçin yaşar diye düşündüm bugün. İnsan sevmek ve anlamak için yaşar. Her iki fiil de birbiriyle derinden bağlantılı. Sevmeyen anlayamaz, anlamayan sevemez. Sevmek ve anlamak bizden etrafa yayılan enerji dalgaları gibidir. Onlar bize dışarıdan verilmez. İçeride var edilir. Madde diye gördüğünüz her şey bir mânânın eseri olduğuna göre eşyayı, kendimizi ve hayatı anlayarak çözümleyeceğiz. Bunun için sevginin olması şart. Anlama gerçekleşince diğer güzel duygular ve düşünceler beraberinde gelir. Anlama olmayınca hemen hiçbir şey de olmaz. Anlayış ve kavrayış sahibi biri bile bile kötülük yapar mı? Anlayışını sevgiyle harmanlayan bir insan art niyet sahibi olabilir mi? Tam aksine böyle birinden âleme iyilik, güzellik duygusu yayılır. O, giderek iyiliğin ve güzelliğin kendisi olmaya başlar. İnsan niçin yaşaması gerektiğini bu sevgi ve anlayış hâlinde daha iyi anlar. Dışarıdaki onca gürültü, öfke ve egonun tezahür ettiği her türlü hâl bizi yaşamın mânevî seyrinden alıkoymakta ve huzurumuzu alıp götürebilmektedir. Hâlbuki burada en zor tesis edilen şey bu iç huzurudur. O, egonun hâkim olduğu fiil ve niyetlerle değil, sevginin ve anlayışın hâkim olduğu bir hayat telâkkisiyle ortaya çıkıyor. Zamanın egoyu şişiren bütün işleyişi bize bu zor elde edilen huzurun değerini daha bir derin hissettirmektedir.
Ego bütün yanılsaması ile bize kendisi için yaşamayı telkin eder. Fakat o çok silik bir şeydir ve yok olucudur. Onun tattığı her türden mutluluk, heyecan ve lezzetler de öyledir. "Daha yok mu?" diyen bir açgözlülükle hayatımızı ve enerjimizi tüketene kadar bu ısrarını sürdürür. Hâlbuki huzur içimizde yer edinmişse öyle kolay kolay silinmez. O daima vardır. Bazen denizler gibi dalgalanır fakat o daima vardır. İnsan egosu için yaşadıkça bu huzuru tadamaz bile. Nihayet bu hayatta sevgi ve anlayış sayesinde niçin yaşadığımızı anlayabileceğiz bir gün.