Hayatımda yaşadığım birçok şeyin bir mucize olduğunu yeni yeni anlıyorum. Özelikle sessiz ve yalnız kalabildiğimde bunun üzerine düşünüyorum. Böylece nimetlere şükür duygusuyla gönlümü doldururken yaşadığım âna ve mekana da bu hislerle yöneliyorum.
Hayatın bize daima mucizeler sunduğunu görmek, içe dönmeyi gerekli kılıyor. İnsan zamana mahkum oldukça dağılıyor. Daha iyi olacağını düşündüğü bir yarın fikri ve ona daha cazip gelen başka bir mekân düşüncesi onu önce istila ediyor, sonra dağıtıyor. Hâlbuki insanın yaşadığı zaman ve mekanda ona iyi gelen şeyler, çeşitli elbiselere, kılıklara bürünmüş nimetler hiç bir zaman eksik olmaz.
Dışa dönük oldukça ve hep böyle yaşadıkça hayatımızda eksik bir şeyler var demektir. Yani daha iyiyi ve daha güzeli bunca değişken arasında aramak insanı huzursuz ve neşesiz ediyor. Onu bir eksiklik duygusuyla dolduruyor.
İçe yöneldikçe orada değişmeyen fakat bununla birlikte daima yeni bir özle karşılaşır bu insan. Burası bütün zamanların ve mekanların biriktiği bir deniz olan iç alemimizdir. Bu sonsuzlukta her şey bir renge bürünür. Duygulara giydirdiğimiz kavramsal elbiselerin, onların aslında mutlak hâli olmadığını burada anlarız. Hepsi değişken olan dış âlem intibaları burada, değişmeyen yahut her dâim zengin bu dünyada yeniden var olurlar. Çünkü içimiz ânla, dışımız zamanla ilgidir. Zaman her dâim yenilenip dururken ân, sonsuz bir âlemi bize duyurmak üzere içimizi sarmıştır. İçimiz, bizim evrenle bir ve bütün olduğumuz yerdir. Ölümden uzak ve her dâim diri olan özümüzdür burası. Durup da kendimizi dinlediğimiz vakit bizimle konuşan bu iç âlem aslında yönelmemiz gereken yer demektir.
Her şey dıştan içe, içten dışa doğrudur. İnsan da dışarıya hoş bir nazarla yönelip sadece anlamak üzere insanları, durumları, olayları ve eşyayı yorumlaya başlandığı vakit onda sanki hep var olan derin bir huzur hâli de ortaya çıkmaya başlar. Amaç bir yaşam tecrübeci edinmek ve bu sonsuzlukta idrakin yükselmesi demek olduğuna göre yaşadığınız ve gördüğümüz şeyleri hoş görmenin, bununla beraber varlığın gelişmesi için maddî ve mânevî her türlü gayretin içinde olmanın büyük bir mutluluk demek olduğunu hiç kimse inkar edemez.
Öyleyse hayatın üzerinde düşünmek, bunu yaparken de mucizeleri fark etmeye çalışmak gerekir. Şikâyeti mümkün mertebe bırakmak, âleme güzellikler vermek için iyi niyet sahibi olmak, hiçbir şey yapamıyorsak bile güzel düşüncelerle etrafımızdaki dünyayı beslemek gerekir. Bu da her şeyden önce hoş görmeyle ilgilidir. Hoş görünmek elbette istenilir. Fakat hoş görmeyenler, kendilerine ne kadar itina gösterseler de nihayetinde varlığın sahibine ve diğer insanlara asla hoş görünemezler.