Hatırını hoş tut... Şu ne güzel bir ifadedir! Bu kadar derdin içinde yüzerken bile insanı kollayıp sarmalayan sevgi dolu bir gönlün sıcaklığıyla kuşatır bizleri bu sözler.
Hatırını hoş tut... Bütün zorluğuna rağmen hayatta bu üç kelimenin söylediği manayı içinde duyabilenler huzuru da derinden yaşarlar. Esasen hatırını hoş tutmayı başarabilen biri, yaşadığı hayatın o hatırdan ibaret olduğunu da bilir. Huzurlu veya huzursuz, nereye giderse gitsin o hatırın kendisiyle birlikte olduğunu anladıktan sonra onu hoş tutmanın gereği de ortaya çıkmış olur.
Böyle bir durumda hatırı hoş tutmaya engel olan şeylerden de bir kaçış hâli ortaya çıkar insanda. Huzurlu bir gönül, sevinç ve neşeyle dolu bir kalp az nimet değildir.
Şu fırtınalı hayatta hoş bir hatır, huzurlu bir gönül sığındığımız güvenli bir limandır. Orası hayatın içinde olmakla beraber olan biteni sükûnet içinde izlediğimiz bir yerdir. Tehlikelerden masun olduğunuzu söyleyemeyiz ama sakin bir hâlde ve hoş bir hatırla yaşamak gelgitleri eksik olmayan bu deryada sabit kalabilmek demek olur.
Yaşadıkça ve hayatın anlamını daha çok sezdikçe hatırımızı hoş tutmak da kaçınılmaz bir tavır olmaya başlar. Hayat bize şöyle der: Buradaki maksadın kendini yetiştirmen, mümkünse değiştirmen ve hayatı hep bir anlam penceresinden izleyebilmendir. Hatırın ancak bununla ve böyle hoş olur.
Hayatın bize daima söylediği budur. Dışarıda olup bitenlere sürekli müdahil oldukça, bunları söze ve hâle taşıyıp durdukça hatırımızın hoş olması pek de mümkün değil. Dış dünyada insanı huzursuz eden şeyler pek eksik olmaz. Asıl önemli olan bizi huzursuz eden şeyleri içimizde taşımamızdır. Değişmesi gereken bunlardır. Hatırımızı hoş tutmaya engel olanlar da bunlardır. İnsanın gönlü hoş olmadıktan sonra hangi nimet ona tat verebilir!
Öyleyse şu dünyada hatırın hoş olması kadar büyük ve önemli bir nimet var mıdır! Bu da bir tavır ve tercih meselesidir. Hatırı hoş olanlar dışarıdan ziyade içeriyi izleyenler ve bu hayata dışından değil özünden bakabilenlerdir.