Kurgusal bir düzende yaşadığımızı bize biraz da zaman söyler. Dış gerçeklik yapılıp bozulan bir şeydir. Varlığı bu yüzden yokluğa eşdeğerdir. Aslolan duygu ve düşünceye yansıyanlardır. Bunu en çok bir filmi izlerken hissedersiniz. O filmin baştan sona kurgu olduğunu, rollerin paylaşıldığını, sahnede görünenin sahne arkasındakinden çok farklı şeyler olduğunu bilirsiniz. Yine de inanırsınız. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi inanmayı istemişsinizdir. İkincisi izlediğiniz film sizin duygusal gerçekliğinize hitap etmektedir.
Bu dünyaya göre mutlak gerçek bile olmayan filmden çok derin bir şekilde etkilenirsiniz. Çünkü inandınız ve bir süreliğine duygusal bir hareketlilik yaşadınız. Öyleyse inanmak önce karar vermek sonra da onu duygusal olarak tecrübe etmekle ilgilidir.
Sözü uzatmaya gerek yok. Bu dünya da aynen böyle işliyor. Tek fark sahnenin arkasında ne olup bittiğinden haberimizin olmamasıdır. Böyle olunca senaryo durmaksızın yazıldığı gibi ölüp gidinceye kadar film de bitmiyor. Çünkü yaşarken bu filmi bitirmek çok zor. Yani hayatın hakikatini, kendi nefsimizi, bu dünyadaki gerçek konumumuzu ve en önemlisi nereden gelip nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Çünkü hayatı okumak çoğu zaman tercihimiz bile değil. Tecrübe bize zoraki veriliyor. Başa gelmeyince onun da bir kıymeti olmuyor. Çünkü toplum hayatı okuyamayan irfansız kimselerin kontrolünde.
Zaman artık daha hızlı ve dış gerçeklik öngörülemez bir hâle evriliyor. Elbette bu bir tahmin fakat bu kadar hızlı bir akışın sonunda bizi neyin beklediğini merak ediyor insan. Değerler alt üst oluyor. O kadar kıymet verdiğimiz dünyevî şeylerin hiç de öyle olmadığını anlamaya biraz daha yakınız sanki. Yoksa yaşadığımız şu süreç bu filmin sonu mudur?