Sözlerimiz bazen hâlimizin ifadesi değildir. Bildiklerimizin, duyduklarımızın, düşündüklerimizin de ifadesidir. Zaten hâl söze geldikçe bulanır. Kelimelerin, sözlerin kifayetsizliğinden ziyade konuşmak varlık, benlik ortaya koymak demektir. Öze dönüşlerinin ve hâlinin bir gereği olarak iç âlemi zenginleşen birinin bütün bir hayat sermayesi ve duyguları yalnızlığa doğru seyreder. Bu, dışarıdan ziyade artık içiyle alışveriş hâlinde olan bir insanın durumudur. Bundan böyle varoluş sebebine uygun hareket eden güzel her şey ona bir dost gibi görünmeye başlar. Akarsular, göller, deniz, dağlar, tarlalar, ormanlar ve gecenin sessiz vakitleri bu kimse için kendisiyle başbaşa kaldığı yerler ve zamanlar olarak öne çıkar.
Kendisiyle tanışan biri için dışarıda merak edilecek pek az şey kalmıştır veya hiç kalmamıştır. İnsanların arasında bulunsa bile hiçbir beraberlik bu kimsenin gönlündeki yalnızlık perdesini çekip alamaz. Yalnızlığını seveni pek az beraberlik mutlu edebilir. Yalnızlığında huzur hâlinde olan biri bir başka hâlde o huzuru daha zor bulur. Bundan sonra sadece o yalnızlık hâline hüzün götürmemeye çalışır insanlarla ilişkisinden. Kalabalıklar içinde gönlüne keder doldurup da bununla mutlu yalnızlığının huzurunu kaçırmak istemez. Çünkü kalabalıklar ekseriyetle huzursuz ve mutsuzdur. Bitmek bilmeyen nefsanî arzular ve dünyevî istekler elinde gönül, ruh ve anlam kaybolmuş gibidir. Beden başta olmak üzere hayata hükmettiği zannedilen her türlü kalıbın üzerinde sahte bir ebedîlik elbisesi vardır. Tabiatıyla bunların her biri büyük bir hayal kırıklığıdır.
İşte dışarıdaki hayatın içinde kırılan, yıpranan, gönlü yorulan biri için yalnızlık gibi bir deva yoktur. Böyle kimseler yok olucu şeylere enerjilerini harcamaktan sarf-ı nazar ederler. İçlerinde dâimâ var olacak tefekkür ve muhabbet dolu bir âlem kurarlar. Başkalarıyla değil, kendilerini hüzne, kedere sevk eden nefsî hâlleriyle mücadele ederler. Başkasını değil kendilerini değiştirmek üzere yaşarlar. Böylece dışa dönük kakdıkça tükenen varlığın, öze döndükçe evren sistemi içinde nasıl var olduğunu hayranlıkla müşahede ederler. Bu, değişen karşısında daima yorulan birine âdeta değişmeyenin daveti gibidir. Onlar sessizce bu davete uyarlar.