Geçmişi özlüyorum. Çocukluğun o cennet hâlini özellikle... Sakinliği, sessizliği, basit dünyamızdaki zengin güzellikleri... Doya doya yaşanan mutlulukları... Bir köye ait olmanın tatlı hâlini... Geçmiş böyle özleniyor en çok. Fakat asıl özlediğimiz bir çocuğun temiz dünyasıdır.
Çocuk gibi temiz kalabilmek zor bu dünyada. Elbette kendisi değişim üzerine kurulu şu hayatta zaman ırmağı geriye doğru akmıyor. Her şeyden ve her yerden bir gün geçip gidiyoruz. Bazen kirlenerek ve bir arınmaya vakit bulamadan hem de... İşte burada çocukluğu bu hayat ırmağının saf ve tertemiz bir kaynağı olarak görmek mümkün.
Suyu berrak bir kaynak gibi çocukluk da yaşamın başladığı bir yerdir. Her çocukluk yeni ve tertemiz bir başlangıçtır. Fakat akıp geçtiğimiz yerlerde aldıklarımızla bu nehir bazen kirleniyor, bazen temizleniyor. Onu ilk hâli gibi tutmak çok zor fakat kaynağın o neşeli ve pırıl pırıl güzelliği her dâim özleniyor. Hayat devam ettikçe elbette muhteva da değişip zenginleşiyor.
Tecrübe dediğimiz şey hayatı öyle veya doldururken yaşanan hüzün hâlleri insanı geçmişi hatırlamaya sevk eder. Çocukluk burada bir cennet hayâli gibi zihnimize dolar. Burada özlenen şey; o küçük ama mutlu hayatı dolduran ufacık sevinçlere benzeyen hâlleri yeniden yaşamak, mutluluğu o çağlarda olduğu gibi yeniden ve doya doya hissetmektir.
Zamanla anlaşılır ki, az şeyle çok mutlu olabilen o küçük insanlar aslında evrenin gözbebeğidir. Bunu anlamak için büyümek gerekmektedir. Bu sebeble hayatta en mutlu insanların bir yönü daima çocuk kalır.
Çocuk anda kalabilmeyi, var olanla mutlu olabilmeyi öğreten büyük bir öğretmendir. Modern dünyada oyuncakları değişen, fakat asla eskisi gibi mutlu olamayan insan, hayatına istikamet ararken aslında geçmişte bıraktığı o ruh hâlini özlemektedir. Çocuk kalmak imkânsızdır belki fakat bir zamanlar çocuk olmuş olmak hayatın insana sunduğu büyük bir lütuftur.