Güne sakinlikle başlıyorum bizim köyde. Yemyeşil mesafeleri izliyorum. Kuşlar her zamanki gibi cıvıl cıvıl. Bu güzellik besliyor insanı. Güneş yazın güzelliklerini yeryüzüne taşıyor. Rüzgâr yaprakları okşuyor. Masmavi bir gökyüzü ve yemyeşil mesafeler duygudan yana huzur veren ne varsa dolduruyor gönlüme.
Demek ki, bu insan doğadan mânevî olarak da besleniyor. Bunu ben daha çok köyümde hissediyorum. Her türden güzelliği beni sakinliğe davet ediyor köyümün. Ruhuma dolan bir enerji oluyor köyün havası. Bu sakinliği, bu dinginliği doyasıya yaşıyorum köyümde.
Tabiat huzurlu bir âleme ayarlanmış gibi. İnsan sakin ve huzur hâlinde olunca zamanda ve mekânda derinleşme imkânı da bulabiliyor. Zaman ve mekân zaten insanda mevcut değil midir! Bunun illaki görünen ve algılanan boyutlarda olması gerekmez. Zaman ve mekân görünmeyen, bilinemeyen fakat bununla beraber dâimâ var olan hâlleriyle bizde mevcuttur. Köy bana biraz bunu söylüyor. Bir şeyler var burada. Derin ve üzerinde düşünülmesi gereken şeyler... Bununla köyün her türden güzelliğini birdenbire anlayacağımızı söylemiyorum. Bir duygu gibi onun içimizde zaman zaman duyulacağını ve yaşanacağını söylemek istiyorum.
Köyün güzelliğini seyrettikçe içime yöneliyorum. Dışarıya bakmak içeriye bakmak oluyor burada. Tabiata yönelmek kendime yönelmek anlamına geliyor. Bitmez tükenmez bir tefekkür deryasına çekiyor beni köyüm. Bu güzelliği derin derin seyrettiğimi fark ettikçe kendimi duygulara ve düşüncelere kaptırmış bir hâlde buluyorum. Böylece hızla akıp giden zaman kendi içinde derinleştiğim bir imkân oluveriyor. Köyde zaman böyle yaşanıyor.