Hayat kederle yaşanmaya değmez. Fakat hüzün dâimâ vardır. Keder, kelime anlamı olarak toz demektir ve gelip geçicidir. Hüzün, gelip geçici değildir.
Hüzünler kendilerine bağlanalım diye hayatımızda var olmazlar. Hayata anlam verelim, maddî âlemin zincirlerini kırıp duyguya ve maneviyata açılalım, diye gelirler bize. Yoksa dünya bir hüzün denizidir ve orada boğulup kalanların haddi hesabı yoktur.
Hüznün hayatın gerçek güzelliği olduğunu düşünüyorum. Bir parça hüzün güzelleştiriyor bu hayatı. Hüzün insanı da güzelleştiriyor. Üzgün vd kederli olmak değil de hüzünlü olmak yakışıyor insana. Arada nasıl bir fark var, diyeceksiniz. Bir şeye üzülürsünüz. Üzgün olmak bir sebebe bağlıdır. Fakat hüzünlenmek için bir sebebe ihtiyacınız yoktur. Sanki o zaten hep var gibidir. Hüznün bizden ayrı olduğunu zannederiz. Dâimâ içimizdeki hüznün bir sebepten ötürü var olduğunu düşünürüz. Hayır, hayır. O hüzün zaten hep vardı. Senin onu hatırlaman için bir şeyler yaşaman gerekirdi. O, iç dünyamızın gerçek sahibi olduğunu bize çeşitli vesilerle hatırlatır. Ondan kaçmayın. Hüznü sevin. Hüznünü seven insan kendini tanımaya başlayan insandır. Bunun sonu ontolojik bir huzur hâlidir. Hüzün mutluluğun, huzurun sizde zaten var olduğunu hatırlatmak için gelir. Artık her şeyi dışarıda aramayı bırak, biraz da kendine dön, der gibi gelir hüzün. Hüzünle kendimize döneriz. Hüznü seversek huzura ereriz.
Hüzünden kaçınmak boşunadır. Kaçındığımız şeyler gam, keder, üzüntü gibi psikolojik ıstıraplardır ve bunlar hep bir sebebe bağlıdır. Hüzün bir sebebe bağlı değildir. O hep içimizde vardır. Hayatın anlamına hüzünle erişilir. Bir miktar durup hüznün tadına varmanın çok lüzumlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayatın ve insanın hamurunu yoğuran kuvvet, onun içine birazcık hüzün katmıştır.