Hep bir yerlere yetişmek ister gibi yaşıyoruz. Varmamız gereken yerler varmış gibi.
Böyle bir arzunun dışarıda pek bir tesellisi yoktur. Gezersiniz, seyahat edersiniz, göllerin ve akarsuların yanına varırsınız, denizlere kavuşursunuz… Fakat yine de o bir yerlere gitme arzunuzu içinizden silemezsiniz.
Bu durumun mânevî seyrimizle ilgili olduğunu söylemeye bilmem ki gerek var mı.
İnsan daima bir yolcu. Dur durak bilmeden bir yerlerden başka bir yerlere gidiyor. Yürürken, koşarken, uyurken, dinlenirken… Her zaman fakat her zaman bu böyle.
Âşık Veyselimiz “Uykuda dahi yürüyom / Kalmağa sebep arıyom” derken bunu anlatır belki.
Hepimiz, bu bir yerlere gitme telaşesi içerisinde kalmaya, burada durmaya bir sebep ararız kendimize. Aslında yürürken, giderken gördüğümüz, tattığımız yeni şeyler burada durmak için kendimize bir sebep daha bulmak gibidir. Fakat bunların tesiri de uzun soluklu olamaz. Bir yerden sonra yenilikler de insana teselli vermemeye başlar. İnsan yeni bir arayışa girer. Dışarıdaki bunca hareketliliğin altında bence böyle bir durum yatar.
Bir yerlere gitme arzusu kendimi anlamaya, hayatımı yorumlamaya dâir bende bir imkândır. Elbette bunun maddi yansımaları da var hayatımda. Dâimî bir hareket ve yolculuk hâlindeyim. Fakat nereye gidersem gideyim bu bir yerlere gitme arzusunun içimden kolay kolay gitmeyeceğinin de farkındayım. Kısacık bir yolculuktan sonra kendimi dinleyebileceğim sakin bir yerde saatler geçirir ve günün sonunda sanki upuzun bir yolculuktan yeni dönmüş gibi kendimi yorgun hissederim. Fakat içimden yolculuktan yepyeni intibalarla dönerim kendime. İçimde dur durak bilmeyen bir yerlere gitme arzusunu böylece sakinleştirmeye çalışırım.
Gitmeyi o kadar istediğimiz yerler içimizde bir yerdedir. Nereye gidersek gidelim işte özümüzdeki o yere varmayınca hiçbir yere gitmiş sayılmayız.