Bir şeyi bitirmek ve yetiştirmek düşüncesiyle yaşamak insanı yoran bir hayat tarzıdır. Buradan bakılınca telaş, acele hallerinin ördüğü bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz. Memnuniyetsizliğimizin özünde böyle hallerimizin olduğunu söylemeye bilmiyorum gerek var mı.
Yaşamak haddi zatında içinde bulunduğumuz zamanı, şartları, çalışmayı kıymetlendirmek, hayatın güzelliğini ve mucizelerini kendi penceremizden izlemeyle ilgilidir. Yaşadığı hayattan razı olmayanların eline sahip olduklarından daha iyisinin geçip geçmediğini vicdan sahiplerinin muhakemesine bırakıyorum.
İnsan her neye sahipse ve neyi yaşıyorsa bir duyguyu, düşünceyi, hâli tecrübe etmesi gerektiği içindir. Yoksa bu hayatta dâimâ bir yerlere yetişmenin pek de bir imkânı yoktur. Fakat bu bize dâimâ mümkünmüş gibi gelir. Ulaşmayı, yetişmeyi, yetiştirmeyi o kadar istediğimiz şeylerin aslında gerçek bir hedef olmadığını, onların aslında hep birer yanıltmaca olduklarını istediğimizi elde edince fark ederiz.
Aslında ulaşmayı istediğimiz şeyler içimizdedir. Onlara dâir hislerimiz dışarıya maddî şeylere ulaşmayı çok arzulamak şeklinde yansır. Halbuki gönlü tatmin, kalbi mutlu edebilmek öyle dışarıdaki şeylere ulaşmayla mümkün olabilecek bir şey değildir. Bu, tecrübeyi, duyguyu yaşamak ve hâlden memnun olup bununla beraber dâimâ gelişmek ve mânevî olarak zenginleşmeyle ilgilidir.
Öyleyse bir yerlere yetişme hissi bir yanılgıdan ibarettir. Bu durum yanlış anlaşılmamalıdır. Bu, işini iyi yapmamak, hayatı boş vermekle asla ilgili değildir. Tam aksine hayatı mümkün olduğu kadar dolu yaşamak, onu verimli kılmak, yaşamdan lezzet almak demektir.
Söylemek istediğimiz şey şu: Hep bir yerlere yetişme duygusuyla bu hayattan istenen verim ve doyum elde edilemez. Bir yere yetişmeye çalışmak giderek kendimizi, hayatımızı ve bize sunulan imkânları görmezden gelmek, ihmâl etmek demektir. Hâlbuki hayat böyle bir şeyle harcanmayacak kadar kıymetli ve hassas bir mevzudur.